Dün, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 1 Mayıs ülkenin her yerinde işçi ve emekçiler tarafından kutlandı. Bu yazı yazılırken işçiler daha alanlara yeni gelmeye başlamıştı.
Birlik ve mücadele günü olarak her yıl işçilerin kendi taleplerinin öne çıkarıldığı ve bazılarını elde etmeye çalıştıkları aynı zamanda kazanımlarını koruduğu bir gün olarak kutlanması gelenek haline gelmiştir. Bu ‘gün´, uzun yıllara dayanan bir mücadelenin sonucu ve ürünü olarak ülkemizde de resmi tatil olarak hükümet tarafından kabul edilmek zorunda kalmıştır.
1 Mayıs´ın bir mücadeleden, 8 saatlik işgünü mücadelesinden çıkması nedeniyle dünyada ve ülkemizde mücadele günü olarak kutlana gelmiştir. Ancak birçok kişi, sendika ve kurum bunu bir bayram olarak nitelemektedir. Hâlbuki 'bayram' elde edilmiş bir kazanımın, ülke ya da dini açıdan olmuş, bitmiş bir olayın, ona inananlar tarafından onurunu paylaşma, sevinme ve unutulmaması için kutlanan bir gündür. 1 Mayıs ise işçiler açısından henüz bayram olma niteliğine ulaşmamış bir mücadele günüdür. Bu bakımdan da dünyanın her yanında 'birlik, mücadele ve dayanışma günü' olarak anılır. Yani işçiler açısından sonucu alınmış sevinilecek ve bayram olarak kutlanacak bir olay yok. Bu günün kutlanmasına vesile olan 8 saatlik iş günü bile hala işverenler tarafından ülkemizde ve dünyada uygulanmamaktadır.
'Bayram olarak kutlanması ile mücadele günü olarak kutlanması arasında ne fark var?' denebilir.
Aslında aradaki önemli fark şu: Birinde her yıl alışıldık bir hale gelen bir biçimde ve burjuvazinin gösterdiği yerde uslu uslu olmuş bitmiş bir olay için tören yapmak var; diğerinde her fabrikada, her işyerinde her alanda sömürüden kurtuluncaya kadar yeni haklar elde ederek, yeni talepler ileri sürerek ülkedeki ve dünyadaki işçilerle dayanışarak mücadele etmek var. İşçiler kendi iktidarlarını kurdukları ve sömürüden kurtuldukları zaman, ancak o zaman bu günü bayram olarak kutlamalarının bir anlamı olabilir.
Bu gün ülkemizde işçilerin ve emekçilerin durumuna baktığımızda: Resmi rakamlara göre 3.715.000 işsiz var. Geniş tanımlı işsiz sayısı ise 6.611.000; gerçek işsizlik oranı yüzde 20. Bu kadar işsiz varken işçilerin ücretlerinin artması ve iş güvencesi zor görünüyor. Öncelikle işçi sendikaları bu işsizlerin örgütlenmesi için çaba göstermeliler.
Ancak sendikaların durumuna bakıyoruz; işçileri birleştirecek, mücadelelerine önderlik edecek yerde, her bir konfederasyon kendi başına ve üretim yerlerinden uzakta adeta işçilerin bölünmesine hizmet eder biçimde ve kendi havasında 1 Mayıs kutlamaktalar.
Kayıtlı işçi sayısı 12.699.000 olmasına karşın sendikalı işçi sayısı 1.546.000´dir. Yani sendikalar kayıtlı işçilerin ancak yüzde 12.2´sini örgütleyebilmişlerdir. Bu kadar sendikalaşmamış işçi varken İSDEMİR´de olduğu gibi birbirlerinin üyelerini ayartmaya ve yetki karmaşası yaratmaya çalışmaktadırlar. Neden?
Yine bakıyoruz bir yılda gerçekleşen iş kazaları 101.000, sendikal örgütlenmenin en az olduğu inşaat sektöründe son beş yılda 1.754 işçi yaşamını yitirmiş. Hükümet 'iş kazaları işin fıtratında var' diyerek olayı olumlarken; sendikalar bu kazaları önlem konusunda ne gibi mücadele düşündü acaba? Bunu işverenlerin ya da hükümetlerin insafına bırakmak ya da basın açıklamaları ile geçiştirmek işçilerin ölmesine ve yaralanmasına göz yummak demektir.
Bunlarla birlikte bu gün işçilerin 80 yıllık kazanımı olan kıdem tazminatlarının fona devredilerek işverenleri tazminat ödemekten kurtaran ve işçileri kolay işten çıkarmayı amaçlayan yaptırıma karşı mücadele...
İşçileri sendikasız ve güvencesiz çalıştırmayı amaçlayan işçi istihdam büroları vb uygulamalara karşı mücadele...
Kamu emekçilerinin iş güvencesini kaldıran kararnamelere karşı mücadele... öne çıkmaktadır.
Not: Yukarıdaki veriler Türkiye İstatistik Kurumu 15 Şubat 2017 hane halkı araştırması sonuçları ve SG Bakanlığı 29 Ocak tarihli Resmi Gazete´deki bilgilendirmeden alıntıdır.