Müslüm KABADAYI


AÇIK MEKTUP

Müslüm Kabadayı



“Akıllı telefon”, “akıllı tahta” kavramları günlük yaşamımıza girdiğinde ilk tepkim, “İnsanın düşünme yeteneğini geliştiren, kendi yeteneklerini geliştirme ve insanlığın ilerlemesine katkıda bulunma yetkesini zenginleştiren akıl, nasıl olur da nesnelerin sıfatı haline getirilir?” cümlesiyle olmuştu. 

Söz sanatlarında “aktarma” dediğimiz bir betimleme vardır; insandan doğaya ya da doğadan insana aktarmalarla olay, duygu ve durumlar sanatlı biçimde betimlenir. “İçimde fırtınalar kopuyor.” dediğinizde doğadaki fırtına insana aktarılmıştır. “Nehir, toprakla sevişerek denize akıyordu.” cümlesindeyse insandan doğaya aktarma yapılmıştır. Söz sanatlarında buna “eğretileme/istiare” de denir. İnsanın bir nesneyi adlandırırken insanın ayırt edici bir niteliğini “nesneleştirip basitleştirmesi”neydi tepkim. Böyle adlandırma yerine “etkileşimli tahta” ya da “etkileşimli telefon' demeyi tercih ettim. Bundaki kararlılık ve istikrarlı tavrımı, yaptığım tüm etkinliklerde “etkileşimli yöntem”i kullanarak sürdürdüm.
“Akıllı telefon” ya da “akıllı tahta” adlandırmalarına niye karşı çıktığımı, anlama çabasında olan herkese bıkmadan usanmadan yıllardır anlatıyordum. Derdimi anladıklarını söylüyorlardı bunların çoğu,ama bu adları kullanmaya devam ediyorlardı. Adlandırmasına karşı çıktığım “akıllı telefon”u, bir hafta öncesine kadar hiç kullanmamıştım ayrıca. Bu tavrımın nedeni teknolojiye karşı çıkmak değildi; teknolojinin kullanılma biçimineydi, hatta giderek teknolojinin insanı kullanma noktasına getirilmesine… “Teknolojinin insanı kullanması” kavramsal olarak gerçeği yansıtmayabilir, dolayısıyla teknolojik araçlar ve bu araçlara yüklenen programlarla insan beyninin şartlandırılmasından, sermayenin ihtiyaçlarına göre yönlendirilmesinden söz ediyorum. Bu konuda çok abartılı örnekler verilmekte; kendi alanımdan örneklerle bu “kullanılma” sorununu somutlamak istiyorum. Okullarda öğretmenlerin cep telefonu kullanan öğrencilerle ne denli ciddi sorunlar yaşadığını, öğrenciden derste telefonunu almak isteyen öğretmene saldırıldığını, polisiye olayların yaşandığı sık sık basına da yansıyordu. Son zamanlarda gerek disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklikler gerekse ilk derste öğrencilerden telefonların toplanıp son derste dağıtılması yönünde başlatılan uygulamalar, bu üçüncü sayfa haberlerini azalttı, ama hileye başvuranların varlığı da biliniyor. Peki, sorun sadece öğrencinin amaç dışı teknolojiyi kullanmasından mı ibaret? Kuşkusuz hayır! En çok da okullarda yazışma-haberleşme ağının watsapp üzerinden yapılması nedeniyle derste telefonuna bakmak zorunda kalan öğretmenlerin varlığına ne demeli… Konferans ya da çok amaçlı salonlar(ın)da şiir dinletisi yapan bir şair, edebiyat-sanat-kültür üzerine söyleşi yapan bir yazar varken, “akıllı telefonu”yla seyahata çıkan öğretmen-öğrenci sayısının hiç de az olmadığına tanık olmaktayız. Bazı etkinliklerde konuşmacının sorularına, cep telefonuna bakarak yanıt vermeye çalışanların komikliğine ne demeli… Bunlar, başka alanlarda yaşanan ciddi iletişim sorunları yanında basit karşılanabilir ama sorun şu: İnsanın, ilgi odağının dağılmasına yol açan bir yanlışa iradesini kullanarak engel olamayacak kadar teknoloji bağımlısı olmasıdır.
“Teknoloji bağımlılığı”nın Türkiye´de çok daha hızlı ve yoğun biçimde genç kuşağı sarmaladığı olgusu bir yanda dururken, teknolojinin insanların özel yaşamlarını afişe etmekten kurum ve kişileri –özellikle toplumda saygınlığı, etkisi olan kesimleri- suçlayacak sahte deliller hazırlamaya kadar kötü amaçlarla kullanıldığının sayısız örneğiyle karşılaşmaktayız. Özellikle basın-yayın kuruluşlarında –özellikle son zamanlarda yaygınlaşan sosyal medyada- düzmece haber ya da görsellerin kullanılarak algı operasyonlarına tanık olmaktayız. Kamuoyunun bu operasyonlarla yanıltıldığı, alan kaymasına uğratıldığı örneklerin en dikkat çekici yanı, bunu yaptıran siyasi-ekonomik ve askeri güçlerin “aldatıldık-yanıltıldık” argümanını silah olarak kullanmalarıdır.
“Çağın hastalığı” olarak adlandırılan “teknoloji bağımlılığı”nın, ülkemizde de tehlikeli boyuta geldiğine dair veri olması bakımından birkaç haber başlığını örneklemek istiyorum. “Teknoloji bağımlılığında büyük tehlike.. psikiyatrik bozukluk!” (https://www.maraspusula.com/bilim-teknoloji/teknoloji-bagimliliginda-buyuk-tehlike-psikiyatrik-bozukluk-h36966.html), “Teknoloji Kullanımı ve Bağımlılığı Açısından Türkiye Gençliğinin Fotoğrafı” (https://insamer.com/tr/teknoloji-kullanimi-ve-bagimliligi-acisindan-turkiye-gencliginin-fotografi_182.html), “Teknoloji bağımlılığında büyük tehlike” (https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/teknoloji-bagimliliginda-buyuk-tehlike /1076944), “4. Uluslararası Teknoloji Bağımlılığı Kongresi” (https://www.bilimsenligi.com/4-uluslararasi-teknoloji-bagimliligi-kongresi.html/)
Bu haberlerde yer alan ayrıntılara bir açık mektup çerçevesinde girmek istemiyorum; sadece şunu belirtmekle yetineyim: Türkiye´de vb. ülkelerde teknoloji bağımlılığı hızla artıp sağlık başta olmak üzere toplumsal sorunlara yol açarken, bu teknolojiyi üreten ülkelerde hızla önlemler alınıyor. Ayrıca, ülkemizde erkeklerin teknoloji kullanımının kadınlara göre üç kat fazla olduğu görülüyor. Biz, Dünya´da ve ülkemizde geniş kitlelerin teknoloji aracılığıyla kullanılan bir nesneye dönüştürülmesinden, bu nedenle ortaya çıkan sağlık ve toplumsal sorunlardan söz ederken, emperyalist ülkeler başta olmak üzere teknoloji savaşlarını “insanlığın sorunu” haline getiren teknoloji şirketlerinin neler yaptıkları apayrı ve çok çok önemli bir konu. Son zamanlarda “siber savaş” olarak kodlanan olaylar dikkate alındığında şu haberin ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır: “ABD istihbarat topluluğu dünya genelinde tehditler değerlendirmesi raporunu yayınladı. Rapora göre kuantum teknolojisi ve yapay zeka (AI) ulusal güvenliğe ‘yeni bir tehdit´ teşkil ediyor...” (https://www.parlamentohaber.com/yapay-zeka-ulusal-guvenligi-tehdit-ediyor/) Bu habere, son günlerde Kanada üzerinden ABD-Çin teknolojik ticaret savaşının gerçekleştiği Huawei şirketinin mali işler direktörü (CFO) Meng Wanzhou´nun başına örülen çorabı ve buna karşılık Çin´in Kanadalı iki kilit kişiyi tutuklaması olayını eklemek, konunun ne denli büyük boyut kazandığını göstermeye yeter herhalde.
İnsanlığın yakın geleceğinde hem yeni üretim araçları ve ilişkilerini geliştirecek olan hem de teknolojik savaşlarla gezegenimizin yıkımına, dolayısıyla insanlığın yok olmasına yol açabilecek büyük tehlikeyi barındıran “yapay zekâ” konusunda üç yıl önce önemli uyarılar ve öneriler içeren bir yazı kaleme almıştım. Tarihsel olarak “makine kırıcılığı”nın sınıfsal ve psikolojik boyutunu irdeledikten sonra insanın “yapay zekâ”nın kölesi haline getirilmesini amaçlayan kapitalizmin çanına ot tıkayacak “yapay zekâ kırıcılığı” önermemin içeriğine değinmiştim. Yazımı şöyle bitirmiştim: “İnsan ilişkilerini estetize eden, yaratıcılığımızı-zekâmızı sanat kıvılcımlarıyla incelten edebiyat damlalarını mı, insanı robotlaştıran ‘yapay zekâ´yı mı tercih edeceğiz? İnsanlık, bu soruya doyurucu bir yanıt bulmakla karşı karşıya değil mi sizce?” (https://www.insanokur.org/edebi-damlalardaki-zeka-muslum-kabadayi/)
Bu sorunun yanıtını tüm boyutlarıyla aramaya devam ediyoruz; ayrıca ürettiğimiz yanıtları ete kemiğe büründürerek ülkemizin, insanlığın gündemine politik olarak hızla taşımalıyız. Bu açıdan Bilim ve Gelecek Kitaplığı tarafından Ekim 2018´de yayımlanan Cem Say´ın “50 Soruda Yapay Zekâ” kitabı önemli bir kaynak oldu. Geçenlerde Antalya´da düzenlenen bilişim zirvesinde dans etmek için çıktığı sahneden düşen “Konyalı robot” olayı üzerinden teknolojinin işlevine odaklanan Özgür Şen, şunu gündeme getiriyordu: “Teknoloji istihdam yaratacak bir olgu olabilecekken, emekçilere dönük bir tehdit şeklinde kullanılıyor. Üretim herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde örgütlenebilecekken insanlar açlık ve barınma problemiyle karşılaşıyor, önlenebilir veya çözülebilir sağlık problemleriyle cebelleşiyor. Tüm bunlar ve daha verilebilecek sayısız örnek gerçekten büyük saçmalık. Hepsiyle başa çıkabilecekken bunları yaşıyor olmamız akıl dışı... Bu sorunları çözme kararlılığı taşıyan komünistler işte bu nedenle teknolojinin gelişiminden korkmuyor, tam tersine, robotları ve elbette tüm teknolojiyi patronların oyuncağı olmaktan kurtarmak istiyor. Komünistler, bu düzende teknolojik gelişimi yavaş ve verimsiz buluyor ve daha fazla teknoloji diyor. İnsanların hayatını kolaylaştıracak, yaşam kalitesini artıracak insan odaklı daha fazla teknoloji...” (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-sen/komunistler-ve-robotlar-252624)
“İnsan odaklı teknoloji”nin tek tek ülkelerin politikası haline getirilmesi için verilecek mücadelelerin içerik ve biçimi önemli olduğu kadar, bugün çok daha önemli olanın Dünya çapında teknolojinin sermayenin, sömürgeci devletlerin “yıkım politikaları”nın aracı haline gelmesinin önüne geçme mücadelesini başlatmak olduğunu düşünüyorum. Bu amaçla oldukça açık ve insanların sevgi duyarlığına, yaşam istencine, gezegenimizin korunmasının zorunluluğuna odaklanan bir “teknolojik savaş” karşıtı bir başkaldırı başlatmak için teknolojinin insanlık merkezli nasıl kullanılabileceğine kafa yormalıyız.