Nurullah ER


Ağlayan ANA dolu...

NURULLAH ER


Yine anaların acısı, feryat figan sesleri yükseliyor.
Yine anaların gözyaşları sel olup akıyor... Anadolu´nun dört bir yanından.
En zor şeydir onların acılarını anlatmak.
Gözyaşlarını yazmak.
Damarında kan, dokuz ay karnında taşıdığı can...
Bebekken meme verip uyuttuğu, ninnilerle avuttuğu, çocukken masallarla büyüttüğü. Okullara gönderip eğittiği. İş güç sahibi yapıp, evlendirip yuva kurdurduğu...Vatan görevi için askere yolladığı... Canından can, kanından kan bildiği, evlat bilip bağrına basıp o günlere getirdiği. Emeği, alın teri, göz nuru... Yaşamında var ettiği, maddi ve manevi en büyük değeri ve dünya mirası...
Anadolu toprakları, kadınların gözyaşlarıyla sulanmış, erkeklerin kanlarıyla yoğrulmuştur tarih boyunca.
Hey ona beşli on beşli, Ah o Yemendir, Kara çadır ismi tutar, Çanakkale içinde vurdular beni , türküleri hala belleğimizde yaşarken, ardı arkası kesilmeyen acılar içine itiliyor Anadolu insanı.
Seferberlik yıllarının acıları, Kurtuluş Savaşının sancılarında hep gözyaşı ve kan vardır.
Cumhuriyetin kurulması, Anadolu´nun aydınlanmasıyla nefes aldırmıştı M. Kemal Anadolu´ya. Dindirmişti gözyaşlarını, akıtmaz olmuştu kanı. Bir ömrü askerlikte geçen, cepheden cepheye koşan birisi olarak, savaşın ne olduğunu ondan iyi kim bilebilir? O nedenle: “ Savaş haklı olmadıkça bir cinayettir.” Demiştir.
Ne var ki vefatından sonra, Dünya acılardan usanmamış gibi yine kan gölüne dönmüştü... Başlayan ikinci Dünya Savaşına kapıları kapayan İsmet Paşa, savaşa sokmamıştı ülkeyi. Tüm savaş çığırtkanlığı yapanların, kan emicilerini teklifini geri çevirmişti.
Çok partili döneme geçildiğinde muhalefetin açlık ve kıtlık suçlamasına İsmet Paşa “Ben sizi aç yoksul bıraktım, ama babasız, evlatsız bırakmadım” dese de, muhalefetin popilist politikalarıyla halk cezalandırmış ve iktidardan uzaklaştırmıştı İsmet Paşa´yı.
O yıllardan sonra empryalist ABD ile aynı çuvala giren Türkiye, emperyalizmin kıskacında farklı farklı oluşumlarla acılar yaşamıştır. Kore Savaşı, darbeler, sağ sol kavgaları, Kıbrıs çıkarması, PKK terörü, Feto kalkışması, şimdi Ortadoğu bataklığı...Tümünde, yılan olarak bilinen emperyalizmle aynı çuvala girmemiz sonrası ödediğimiz acı bedeller...
Yıllardır ABD´ emperyalizmin Ortadoğu politikasıyla kan gölüne dönen coğrafya da, komşuda pişer bize de düşer misali kendimizi bu bataklığın içine attık. Geçen hafta sonu İdlib´te yaşanan çatışmada otuz dört askerimiz şehit oldu. O canları da analar doğurmuştu. Ana kuzularıydı... Hepsi hayatının baharındaydılar, kurduğu hayalleri, yeşerttiği umutları vardı. Evelenecekler, çocuklarını kucaklarına alıp doya doya öpeceklerdi. Ama olmadı. Daha yaşamlarının ilkbaharında, İdlib´de emperyalizmin tuzağında, kanlı savaşında, vahşetinde hepsinin hayalleri soldu. Aile ocaklarına ateş düştü. Acısı büyük, tarifi zor olan bu ocağın dumanı hepten göz yakar yıllar geçse de.
Savaşlar emperyalizmin icadıdır, onların insanoğluna sunduğu en büyük vahşettir. Yoksulların ölümü, yaşadığı acılardır... Tutkal gibidir, yapıştığı yeri kolay kolay bırakmaz.
“ İnsan, savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse daha iyi olur” demiş Albert Einstein.