Nurullah ER


Ağustos günlerindeyiz

Nurullah Er


Ağustos günlerindeyiz.

Mevsim sonbahara yönelsede yaz sıcağı tüm şiddetiyle devam ediyor.
Mevsimler artık kendi özellikleriyle anılmaz oldu. Yazdan kışların, kışlardan yazların yaşandığı günlerden geçiyoruz. Dünyanın bu gidişatına bilimsel verilerle değerlendirenler, komplo teorisi üretenler, bilmeden biliyor gözükenlerin konuşmalarından geçilmiyor.
Nasıl düşünülürse düşünülsün, nasıl konuşulursa konuşulsun doğanın rahatsız olduğu bir gercek var. O da doğayı egemenliği altına alan insanoğlunun, çıkar uğruna onu yok etmeye çalıştığından kaynaklanmaktadır. Doğa tahribatıyla dünyanın dengesinin bozulup sonunun geleceği hesap edilmiyor. Dünyanın sonuyla insan neslinin bitebileceği dikkata alınmıyor. Bilim adamaları sanayi devriminden bu yana fosil yakıtların kullanıldığını, bunula birlikte sera gazı yoğunluğunun arttığını, küresel ısınmayla, iklim değişikliği ve canlı türleri için tehlike arz ettiğini belirtiyorlar.
Biz doğanın içinde bulunlar, çevremize baktığımız zaman bu açıklananların hiçte yabana atılır yanı olmadığını görüyoruz. Doğanın sahibi yalnızca biz insanoğlu değildir. Yer yüzünde yaşayan tüm canlılara doğa ev sahihliği yapar. Bu, milim büyüklüğünde bir börtü böcek, dev büyüklüğünde canlı türü ve ağaç çeşitleri… Her canlı kendi yapısını doğayla uyumlu hale getirerek yaşamını devam ettirir. Bunu belirleyen en büyük güç iklimler ve beslendiği değerlerdir. Geçmişte, “Sanma ki bunlar kuş akıllı, her kuşun kanadında bir mevsim saklı” diye söz söylemiştim. Temmuz ayının ilk haftasında leylek göçlerini gördüm. Normal göçünden bir ay öncesiydi. Bu kuşları böylesi erken göçe zorlayan faktör iklimsel değişiklikten olsa gerek.
İklim krizi nedeniyle yaşanan en büyük felaket orman yangınlarıdır. Son bir hafta içinde ülkemiz dört bir yandan orman yangınlarıyla adeta kuşatıldı. Yangın olan yerlerde doğada canlıların tahribatı arttı. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın yanı sıra, ağaçlar kül olmakta, börtü böcek nesli tükenmekte, evler yanıp, bağlar bahçeler hasar görmekte, ekosistemin dengesi bozulmaktadır. Böylesi bir yangın doğamıza, topraklarımıza, suyumuza, maddi ve manevi değerlerimize vurulan en büyük darbedir. Bir ormanın orman olması yüz yıllar almakta, bir canlı türünün bitmesi doğal dengenin bozulmasına sebep olmaktadır.
Orman yangınları, geçmiş tarihlerde yaşanmış, günümüzde yaşanıyor, gelecektede olacaktır. Bilim insanları yıllardır bu konuyu dillendiriyor. Çünkü bitki örtüsü ne kadara kuruysa, hava sıcaklığı fazlaysa, birde rüzgar varsa yanma olasılığı o kadar fazladır. Akdeniz, Eğe sahilleri ve Marmara kıyılarımız yaz aylarında böylesi bir doğal ortam içersindedir. Orman yangınları için en ufak bir çıngı, orman içinde ki bir ayna ve cam parçası bölgeyi alevlendirmeye yetse de, büyük kısmı insan eliyle olmaktadır. Bu ülkemizin olduğu kadar dünyanın bir sorunudur. Bu konuda ülkeler iklim değişikliğinin yarattığı doğal afetlere karşı önlemini alırken, dünya iklim krizine karşı plan, proje üretip yol haritası belirleyip, Paris Antlaşmasıyla her ülkeye iklim krizine karşı yaptırımlar yüklerken, ülkemiz böylesi bir Antlaşmayı imzalamamıştır.
Meteorolojin günlük hava tahmin raporunu açıklamasıyla, son elli yılın en sıcak yılını yaşıyoruz istatistik bilglerini sunarak iklim krizlerine ve orman yangınlarına karşı önlem alamayız. Ülke yöneticilerimizin sorumluluğu başkalarına yüklemesiyle, “benim adım Hıdır elimden gelen budur.” tekerlemsiyle sorumluluktan sıyrılarak veya kayıtsız kalarak çare olamayız.
Ormanlarımız, şehirleşme, yo, baraj yapımı, maden ocakları açmayla, santraller yapılmasıyla can çekişiyor, yangınların verdiği zararla da yok oluyor. İnsanın doğaya verdiği zararı kendine felaket olarak bedel ödetiyor. Merkezi hükümetle, yerel yöneticiler çevreyi koruma açısından işbirliği yapmazsa, sağlıklı ve mutlu bir toplum oluşturamayız, gelişmiş ve kalkınmış ülkeler arasında da yer alamayız.