Meral Tabakoğlu TOKSOY


ALTI ŞUBAT’TAN SONRA YÜZLEŞME

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Altı Şubat deprem felaketi yüreklerimizde onulmaz yaralar açtı. Kaybettiğimiz binlerce canın acısıyla başa çıkmaya çalışırken, ilgiye, sevgiye ve yardıma olan ihtiyacımız had safhadaydı. Birbirimizi iyi etme gücümüzü kullanmanın tam vaktiydi. Azar azar da olsa içi yanan insanların yüreğine su serpmek insanlık görevimiz değil mi?

On bir ilin ortak kaderi olan bu yıkımda, kimi iller diğer illere nispeten daha çok zarar gördü. Benim de yaşamakta olduğum Hatay’ın İskenderun ilçesi gibi…
6 Şubat deprem felaketinin sabah saatlerinde, mesajlar, aramalar başladı.
Yıllardır görmediğim, sesini tanımakta zorlandığım eski dostların araması duygu seli yaşatıyordu.

Günler geçtikçe birçok gönülde yer edindiğimizi görüyordum. Samimiyetle ve ısrarla evlerine davet eden dostların varlığı güven veriyordu.

Siteden dışarı çıkmasak depremin boyutunu anlamamız mümkün değildi. Soğuğu iliklerimizde hissediyoruz. Hepimiz sokakta araçlarımızdayız. Depremzedeler çadır için feryat ederken, depremin üçüncü günü Kızılay’ın, “Ahbap Derneğine” çadır sattığını ilerleyen günlerde öğrendiğimde, İlkokulda öğrendiğim fiş zihnimde yankılanıyor; ‘Kızılay Kara Gün Dostu.’

Bu yazıda dikkat çekmek istediğim ilk şey, - depremle alakalı yazılarda - belki de şimdiye kadar kimsenin kaleme almadığı fakat beni çok derinden sarsan, aile yapımızın uğradığı erozyon!

Böyle bir kıyametten sonra bile en yakınlarıyla dargın kalabilen insanları görmek, insanlık anlayışımla bağdaştıramadığım bir durumdu.

Deprem bölgesindeki yakınlarını, akrabalarını arayıp sormayanları üzülerek gözlemledim. En asli görevlerimizin meziyet haline gelmesi…

Bizler fark etmeden yıllar içerisinde, insanlığımızda ve vicdanlarımızda yaşanmıştı asıl depremler…

Ve maalesef enkaz altındaki insanlık, yardım çığlığı atmayacak kadar bihaberdi kendinden.  

Evet; birçok ili kapsayan bir afet yaşanmıştı ve milletçe bir sınava tabi tutuluyorduk. Bu sınavda kalanlar çoğunluktaydı. Yöneticilerin, Marmara depremi gibi milat olması gereken bir afeti unutup, hiçbir önlem almaması veya cılız kalan önlemlerle yetinmesi bu millete verilen değerin göstergesi değil miydi?

Sorumsuz sorumlular, kaç cana sebep olduklarından, kaç ailenin yok olduğundan ve geride kalanların “Ben de ölseydim keşke” diyerek yaşamaya çalıştıklarından haberleri var mı acaba? Ölenlerin asıl sayılarını gizleyerek eksiklerinizi hafifletemezsiniz beyler. İşin erbabı olmayan kişiler, lütfedilen makamlarda ciddiyetsiz, denetimsiz bol bol imza atmışlar anlaşıldığı üzere. Bizi yönetenlerin acil durum planları mı yoktu, yoksa durumun aciliyeti mi anlaşılmadı bilinmez. Kırk yaşındaki binalar az hasarlı veya hasarsız şekilde kalabilirken, üç beş yıllık binaların yerle bir olmasını depremin gücüne dayandıramazsınız. Sınıfta kaldınız muhteremler…

İnsanlar enkaz başında çaresizce çırpınırken, (bizzat şahit olduğum) market yağmalayanlara ne demeli.

Yardım tırlarının önünü kesip yağmalayan, depolarına dolduran karaktersiz insansılar her biri lanetle hatırlanacak!

Elbette iyiler de çoktu. Zaten inanmak istediğimiz, iyilerin galip geldiği bir dünya tabi ki.

Yaşanan bu felakette anladım ki herkesin heybesinde ne varsa ortaya saçılıyordu. İyiler iyilik, kötüler kötülük peşindeydi.

Sahip olduklarıma her daim şükretsem de en sıradan gördüğümüz şeylerin ne büyük nimet olduğunu yaşayarak bir kez daha öğreniyorum.

Bir hafta aracımızda yattıktan sonra bazı sağlık sorunları baş gösterince suçluluk hissi ile şehrimizden bir süreliğine ayrılıyoruz. Mersin’e ulaştığımızda yol kenarlarında çay ve çorba ikramı yapan o güzel insanları nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Aracımızın plakasını gördüklerinde, el sallayarak durmamızı işaret edenlere ben de yavaşlayıp gözyaşlarıyla teşekkür ediyorum. Dayanamayıp duruyoruz sonunda. Hepsine tekrar tekrar teşekkür etmek için. Çaylarını ve çorbalarını içmeden bırakmıyorlar. Bunlar Anadolu’nun güzel insanları. Kadınlar çorba pişiriyor, gençler, yaşlılar hizmet yarışında. Hepsini tek tek kucaklamak istiyorum.

Ülkemizin her köşesinden tekrar tekrar arayıp, evini, gönlünü açan eski dostların saçtığı ışık unutulur mu?

İnsanın insanı iyileştirme gücünü es geçmemek lazım. Elinizden gelen iyiliği ardınıza koymayın ne olur.

Kan bağı olmasa ne çıkar, can bağı kurduklarınız çok olsun.

İyi ki her birinizi tanımışım eski dostlarım, yeni dostlarım.

Değer verdiğiniz, değer gördüğünüz çok olsun…