Müslüm KABADAYI


ANI DEMETLERİYLE ÖRÜLEN BİR YAŞAM: LEMAN GÖÇMEN

Müslüm Kabadayı


Yaklaşık 50 yıldır gazeteden besle(n/y)en biri olarak, internet çağının olanaklarından da yararlanarak yerel gazeteleri son yıllarda daha sık takip ediyorum. 35 yıldır da yerel gazetelerde yazıyorum. O nedenle hem zorluklarını, sorunlarını biliyor hem de ulusal basına yansımayan çok önemli haberler yanında yetkin kalemlerin yazılarından yararlanıyorum. İskenderun´da yayımlanan Ses Gazetesi, hem yazılarımın yayımlandığı hem de haber ve yazılarından 30 yıldır yararlandığım bir gazete… Bugüne kadar gazetenin yayımlanmasına, ayrıca bana ulaşmasına emek veren tüm arkadaşları kutluyorum.

Pazar günü hariç her gün pdf olarak e-postama gönderilen Ses´i düzenli okur, Sadullah Çağlar, Nurullah Er vd. köşe yazarlarının yazılarıyla ilgili düşüncelerimi telefonla arayarak bildiririm. Gazetenin lokomotifi olan Sadet Berkyürek ve Akın Bodur´la yazışarak ya da telefonlaşarak görüş alış verişinde bulunurum. 5.12.2018 tarihli gazeteyi incelediğimde Leman Göçmen´in “Şair Ahmet Karaca” başlıklı köşe yazısını okudum. İskenderun´un 70-80 yıllık kültür atmosferinden, bu atmosfere katkı sunan ve yeni kuşağın bilmediği kişilerden söz eden yazılarını daha önce okuduğumda merak etmiş ve kendisiyle ilgili Sadullah Çağlar ve Sadet Berkyürek´ten güzel yorumlar almıştım. Kendisinin telefonunu isteyip tanışmak ve teşekkür etmek için ortam kolluyordum ki bu yazısı vesile oldu. Şöyle diyordu yazısının bir bölümünde Leman Hanım: “Çok yıllar önce, henüz televizyonun hayatımıza girmediği günlerde Refik Ahmet Sevengil İskenderun´a araştırmacı olarak gelmişti. Bu bölgenin diyebilirim ki en büyük ozanı olan Osman Telli vardı. Osman Telli´yi gidip Akarca´da yakalamış. Bütün şiirlerine hayran olmuş, ancak Osman Telli, yine bir cehalet eseri olarak ‘sana verirsem benim şiirlerimi çalarlar´ demiş. Halbuki o ayağına gelen büyük bir fırsatı kaçırmıştı. Sevengil, bir tane şiir alamamasına rağmen Osman Telli´ye kartını vermiş ve ‘Ankara´ya, Radyoevi´ne de gel, bana ulaşırsın” diye ısrarda bulunmuş. Rahmetli babam 1958´de vefat ettiği zaman Osman Telli hayattaydı. Babamın ölümüyle ilgili yazdığı şiiri rica etmiştim, ancak ne getirdi ne de verdi. Sadece ayak üstü sohbette dinlediğim şiiri ne yazık ki vermedi, ele geçiremedim.” (http://www.iskenderunses.net/kose-yazilari/sair-ahmet-karaca-364.html)
Yazının devamında derlemeci-araştırmacı ve müzik insanı Halil Atılgan´dan söz edip onun da Osman Telli´nin şiirleri alamadığını ve bu şiirlerle ilgili bir değerlendirme yapamadığını belirtiyordu Leman Göçmen. Neden bu bölüm doğrudan ilgi alanıma girmişti? Çünkü Osman Telli´nin şiirlerinin bulunduğu cönkü 1997´de oğlu Ali Telli´den alıp fotokopi çekmiş ve üzerinde inceleme yaparak yayımlamıştım. Bundan kendisini haberdar etmek ve bu vesileyle anılarından ve deneyimlerinden, özellikle fotoğraf arşivinden yararlanmak istemiştim.7.12.2018´de Sadet Hanım´a şu e-postamı gönderdim:
Sadet Hanım Merhaba,
Geçen Ses´te Leman Göçmen´in bir yazısını okudum. Oldukça duygulandım. Çünkü Akarcalı halk ozanı Osman Telli´yle ilgili bilgi ve anılarını dile getiriyordu. Osman Telli´nin şiirlerini yayımladığımdan haberi yok anlaşılan. 2009´da Phoneix Yayınevi 'Hataylı İki Aşık: Kamil Sarıateş ve Osman Telli' kitabımı yayımlamıştı. Kendisine bu bilgiyi aktarırsanız sevinirim.
Selam ve sevgimle...
Müslüm

Not: Leman Hanım´la görüşeceğim bir telefon varsa bildirir misin? Benim telefonumu da kendilerine verebilirsiniz.
Ertesi gün Leman Hanım´la görüşmüş ve onun 86 yaşındaki genç sesiyle duygularını ve anılarını anlatmasından mutluluk duymuştum. Söz konusu kitabımı kendisine armağan edeceğimi söylediğimde sevinmişti. Böylece akrabalarının bulunduğu Akarca´yla ilgili olduğu kadar Osman Telli´nin, babası Zeki Bey´in ölümü üzerine yazdığını söylediği şiiri de okuma olanağı bulabilecekti belki. Rastlantı bu ya, yaklaşık bir ay sonra İskenderun Eğitim Sen Şubesi´nde “Dil-Kültür Evriminin Diyalektiği” konulu bir söyleşim vardı ve bu kendisiyle yüz yüze tanışıp söyleşmek için büyük bir fırsattı.
Gün gelip söyleşimizi sendika başkanı Ali Karadaş´ın ve katılımcıların katkılarıyla çok verimli biçimde gerçekleştirdikten sonra gazeteci dostumuz Sadet Berkyürek´in rehberliğinde Leman Hanım´ın evine gittik. Benimle birlikte 88 yaşındaki yakınım Ali Çuhadar ve 40´lı yaşlardaki öğretmen dostum Gürhan Gün olmak üzere konuk olduğumuz evinde gür sesi ve paylaşımcı tutkusuyla bizi karşıladı. Gerek görmemizi istediği gazete, dergi, yazı ve fotoğrafları büyük bir masaya güzelce yerleştirmiş, gerekse de yardımcısı aracılığıyla ikramını hazırlatmış olan Leman Göçmen´le deruni bir sohbete koyulduk. Özellikle Hatay siyasetiyle ve bazı kişi-olaylarla ilgili Ali Çuhadar´la yaptıkları değerlendirme-yorumlar da önemliydi. Konuşulacak ve kayda alınacak o kadar çok konu, belge vardı ki… Bunlara kısacık sürede gerçekleştirmenin olanağı yoktu. Yine de sevgili Gürhan´ın ve Sadet Hanım´ın yardımlarıyla bir kısmını videoya çekerek ve fotoğraflayarak kayda alabildik. Onlara buradan şükranlarımı sunuyorum. Geniş bir zamanda buluşarak bunu yapmak üzere de anlaştık. Bundan sonrası sağlığımızın buna el vermesine kaldı ki, onun dinç beyninin bize bu olanağı sağlayacağını düşünüyorum.
Zaman ve koşullara bağlı olarak kendisiyle ilgili ileride kapsamlı bir inceleme çalışması yaptığımda ele almayı düşündüğüm konulara girmeden, bir bakıma bu çalışmanın girişini oluşturabilecek bu yazımda Leman Hanım´la ilgili önemsediğim birkaç noktayı paylaşmak istiyorum.
Birincisi; Fransız işgal yıllarının çocuğu olarak 1933´te Zeki-Hüsne çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. İskenderun Fransız işgal altında olduğu için annesinin ailesinin bulunduğu köyde 5 yaşına kadar çocukluğunu geçirir. Babası İskenderun başta olmak üzere Fransız işgalindeki toprakların bağımsızlığı için mücadele içindedir. Bu atmosferde çocukluğu geçen bir kadının yurtsever olması kaçınılmazdır. Ayrıca üretken ve mücadeleci kişilik kazanmasının koşulları mevcuttur.
İkincisi; çok kültürlü ortamda büyüdüğü için insan sevgisi ve barışçıl düşünceleri gelişkindir. Bunu o süreci özetleyerek vermek isterim. 1938´de Toprakkale´den ailecek bindikleri trenden Payas´ta inerler; çünkü sınır orasıdır o zaman. Bir gece gizlice trene binerek İskenderun´a gelirler. Babasının doğduğu ve daha çok Ermenilerin yaşadığı Çay Mahallesi Bektaş Sokak´taki cumbalı eve yerleşen akrabalarının yanında kısa süre kalırlar. O zaman İskenderun, Müslüman-Hıristiyan-Musevi-Nusayrilerin yanında Fransızların da yaşadığı bir liman kentidir. Daha sonra yerleştikleri Yenişehir Mahallesi, İskenderun´un aristokrat insanlarının yaşadığı düzenli bir yerdir. Burada pasta vd. un ürünlerini yapıp satan Sabri Usta´dan söz eden Leman Hanım´ın anılarından anlaşıldığı kadarıyla İskenderun´a Ceyhan, Adana, Antep, Maraş, Elazığ gibi farklı yerlerden gelen insanlar buranın bereketli topraklarına ve çok kültürlü yaşamına uyum sağlayarak kaynaşmışlar. Örneğin, babası Zeki Bey´in yakın arkadaşlarından Adil Bey, Elazığlı bir kabzımaldır. Eşi Behiye Hanım Adanalıdır ve kendilerine getirdiği Akdeniz´e özgü ful çiçeğiyle belleğine kazınmıştır. Yine kendisi, 1968´de gittiği Beyrut´ta Sabri Usta´nın ürünlerinin aynısını gördüğü pastaneye girer ve sahibi olan Ermeni´nin İskenderunlu olduğunu, bu un ürünlerini Sabri Usta gibi Türk ve Araplara kendilerinin öğrettiğini öğrenir. Ayrıntılarını “http://www.iskenderunses.net/kose-yazilari/yenisehir-mahallesi-297.html”den okumak mümkündür.

 Üçüncüsü; işgalden yeni kurtulmuş İskenderun´da çok nitelikli öğretmenlerin elinde iyi bir eğitim aldığından özgüveni yüksek bir kadın olarak yetişmiştir. 1940´lı yıllarda sahneye çıkacak kadar ailesi tarafından desteklenen bir kültürel ortamda büyümüştür. Bu özgüveni besleyen toplumsal ortam vesilesiyle 1958´de babasını kaybedince, 20 yıl sahildeki içkili bir lokantayı yönetebilmiştir. Burada İsmet Paşa, Celal Bayar ve Bülent Ecevit gibi önemli siyasileri ağırlamış, onların deneyimlerinden yararlanmıştır. Buradan hareketle de dördüncüsü; gençliğinden beri politikayla iç içedir ve 86 yaşında onu dinç tutan unsurlardan biridir. Olayları siyasi ve sosyal çerçevede değerlendiren bir kafaya sahiptir. Bu boyutu, 4.4.2018´de Ses Gazetesi´nde kaleme aldığı yazısında şöyle dile getirir: “Babamın işyerleri de biri şu andaki Milli Piyango binasının olduğu yerdi. İkincisi Sivil Savunma´nın yerindeki lokantamızdı. Üçüncüsü de şu andaki belediyenin Doğan Gazinosu yerindeki plaj olarak çalışan işyerimizdi. Orasını ‘45-‘46 yıllarında babam lokanta haline getirmişti.

Orasını herkes gibi gerçek mülkümüz zannederlermiş. Hattı zatında sadece belediyeye ait mülktü. Biz seneden seneye kiramızı öderdik. 1978´e kadar bizim işyerimiz olarak kaldı. 1958´de babam vefat edince ailemizin büyük evladı olarak işletmeyi ben üzerime aldım. 20 sene sonra da alnımın akıyla belediyeye anahtarlarımı teslim ettim. Dönemin belediye başkanı içinde demirbaşlarımız da olduğundan kime istersem verebileceğimi söyledi. O zaman da talipler pek çoktu. Ancak ben oranın yine iyi bir balık lokantası olarak çalıştırılmasını, hiçbir kötü amaçlı işletmeye kullanmamalarını hassaten rica etmiştim. Ancak, ne yazık ki benim verdiğim kişilerin arkasında hiç arzu etmediğim şekilde niyetler varmış. Hatta büyük oğlumun düğününü bile burada yapmıştım. Çok geçmeden 1980 ihtilali oldu ve belediye orada yapılan yanlışları tespit etmişti. Oraya el koydular. Ve hak yerini buldu, şu anda İskenderun´un en gözde sosyal tesisi olarak hizmet veriyor. Ondan sonra yapılan onlarca tesis Emirgan, Deniz kulübü gibi daha niceleri onun gibi baki olamadı. Bizler de ömür boyu İsmet Paşa, Celal Bayar, Bülent Ecevit gibi büyüklerimizi orada ağırlamaktan her zaman şeref duyduk. Hatta imzalı bir şeref defterimiz de varmış.” (http://www.iskenderunses.net/kose-yazilari/anneme-hasretlerimle-223.html)
Beşincisi; estetik yönü gelişmiştir, bunu gerek gençliğinde öğrendiği terzilik ve müzikte başarıyla göstermiştir. Anılarından anladığım kadarıyla tiyatro da oynamıştır. Sanata, edebiyata ilgi duymasında gençliğinin İskenderun´daki ortamın etkili olduğunu şu yazısından anlayabiliriz: “O yıllarda İsmet Ay ve Hülya Ay isimli iki tiyatro sanatçımız Halkevi´nde tiyatro etkinlikleri yapılmak üzere Devlet Tiyatroları´nca İskenderun´da görevlendirilmişlerdi. Bu tarih dediğim gibi 49´dan da evvel başlamıştı. Zira ben ilkokul üçüncü sınıfındayken o tiyatro sahnesinde 3 perdelik bir oyunda çiçek isimleriyle bir oyun sahneledik. Şebboy, sümbül ve lale isimlerinin yer aldığı oyun için 3 kız arkadaşımızla, yine nur içinde yatsın, o zamanki sınıf öğretmenimiz Ömer Faruk Yılmaz, -burada milli eğitim müdürlüğü yapmış ve buradan emekli olmuş bir öğretmenimizdi- bizi çalıştırdı. Bütün gün okula gittiğimizden her gün okul çıkışımızda oyunu çalışırdık. Çok yıllar oldu, 1943-44´lü yıllar… şu anda oynayan arkadaşlarımın adını da hatırlayamıyorum. Hala Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan Halkevi´mizin o sahnesinde oyunumuzu oynamıştık.” (http://www.iskenderunses.net/kose-yazilari/halkevlerimiz-225.html)
Altıncısı; Akdeniz kültürüyle yetişenlerin çoğunluğunda görüldüğü üzere yemek kültürü zengindir. Organik ve yerel kültürde görülen yemek-yiyecekleri elleriyle yapmaktan zevk alır. Hataylılar için eskiden söylenen “Koliyle beslenir, koloni halinde yaşarlar.” sözünü, 11.7.2018 tarihli Ses Gazetesi´nde yazdığı şu cümlelerle doğrular: “Her zaman ona giderken mutlaka nar ekşisi götürürdüm. Zira, o yıllarda şimdiki gibi her şey her yerde satılmazdı. Daha doğrusu tanınmazdı. Ama bizler Hataylılar olarak yiyeceklerimizi çok seçtiğimizden hiçbir şeyimizden fedakarlık etmeyen bir toplumuz. (http://www.iskenderunses.net/kose-yazilari/bir-hayat-oykusu-ii-288.html)
Evet, burada kısaca vermeye çalıştığım niteliklere bulunan Leman Abla´mızın emeğini daha görünür kılmak gerekiyor. Başta çocukları olmak üzere (Üç oğlunun olduğunu söylemişti.) onun dostlarına bu anıları, yazıları, belgeleri kapsamlı kitaba dönüştürerek okurla buluşturmak, gelecek kuşaklara taşımak görevi düşüyor. Konuşmaktan ve yazmaktan büyük zevk aldığını gördüğüm Leman Göçmen Abla´mıza sağlıklı ve üretken yıllar diliyorum.