Leman GÖÇMEN


Anılara Değer Vermek

Sadece kişisel anılara değil, kendi yaşadığımız il, ilçe hatta köylerimizdeki her ağacın her yolun, yaşanmış her şeyin ne kadar kıymetli olduğunu bilelim. Ben kendi adıma doğduğum patika yollu köyün karış karış hala özlemini çekerim.


 

Sadece kişisel anılara değil, kendi yaşadığımız il, ilçe hatta köylerimizdeki her ağacın her yolun, yaşanmış her şeyin ne kadar kıymetli olduğunu bilelim.
Ben kendi adıma doğduğum patika yollu köyün karış karış hala özlemini çekerim. Ve her yıl mutlak surette baharda-sonbaharda gidip ziyaret ederdim. O zaman çocuk ayaklarımla bile yayan gittiğim nice yollar vardır. Şimdi taksilerin bile adım adım gidebildiği yerleri ne yazıkki gidip göremiyorum.
Kitaplarımız, kartpostallarımız, oralarda çekilmiş nice fotoğraflarımız benim için hala çok değerlidir. Şu anda İstanbul´da yaşayan Gürsel Paşa´mızla buradan saygılar ve sevgiler gönderiyorum. Armağan ettiği İskenderun´la ilgili 2 tane kocaman kitabın değerini gün geçtikçe daha iyi anlıyorum. O kitaplarda neşredilen onlarca, yüzlerce kartpostalın köşelerinde, Mehmet Mursaloğlu Arşivi´nden diye kayıtlar var. Epeydir zaman zaman bu kitapları incelerim. Mesela Saray Lokantası´nın yeri deniyor. Ama bizim işyerimizin fotoğrafına 1 nolu sosyal tesis notu düşülmüştü. Oysa Zafer Plajı tabelası bile görünen fotoğraftaki tesisin uzun yıllar Plaj Restoran olarak da yazılması gerekirdi. Şu anda hatırıma gelmeyen çok yerin kayıtları var oysa.
Plaj Restoran olan işyerimiz, 1938 senesinde kadar sadece denize girmek için plajdı. Fransızlar kendileri için, denize girmek üzere çok küçük kabinleri olan bir yer yapmışlardı. İlhaktan sonra babam dönünce plaj, kıraathane, gazino, lokanta gibi işyerleri yapmak üzere 4 parça işyeri kiralamıştı. Şimdiki Milli Piyango´nun sıfır katında da bir gazinomuz vardı. Sadece kahve çay gazoz satılırdı. Karşı sahile kadar da masa sandalye koyardık. Orada İskenderunlular olarak hep beraber gider orada çay kahve gazor içer, denizle oynaşırdık.
Bu arada şu andaki 1 Nolu Sosyal Tesisin yeri de bunlardan biriydi. Plaj olarak başlamış, daha sonra babam kışın da yararlanalım diye lokantaya çevirmişti ve orası 40 yıl bizim kiraladığımız işyeri olarak 1958´e kadar babam, 1978´e kadar da babam vefat ettiği için ailenin büyük çocuğu olduğumdan işletmeciliğini ben üstlenmiştim. Ve orada Sayın Mursaloğlu´nun dedeleri, babası, kardeşleri Mursaloğlu ailesi olarak müşterimiz olmuşlardır. Başka da taze balık ve birinci sınıf yemek yapan başka da yer yoktu. Çok güzel kebapçılar, humusçular, memleketimize yaraşan işyerileri açıldı,
İnayet ve Reşat Mursaloğlu baba oğul milletvekili olarak Hatay´ımızı Ankara´da temsil etmişlerdir. Onlar, babamın ölümünden sonra bile bizi asla yalnız bırakmamışlar ve İnayet bey amcam Meclis´ten geldiği zaman hemen yanımıza gelir, “Kızım işleriniz nasıl, bir eksiğiniz var mı?” diye sorardı. Ve de aile sırrı olarak kalması gerekirken bugün ben, oğlu Reşat Mursaloğlu dahil olmak üzere iftiharla söylüyorum ki, babamızın bütün bankalardaki borçları için, “Ben İnayet Mursaloğlu´ndan alacaksınız” diye talimat vermiştir. Her ikisi şu anda bu dünyada değiller. Nurlar içinde yatsınlar. Böyle hami insanların dünyadan eksilmemesini diliyorum ve tekrar minnetle anıyorum. Sayın Mehmet Mursaloğlu da en azından çocukluğunda buraya misafir olmuş, bir yemek yemiştir.
O kitaptaki Mursaloğlu Arşivi´nden alınan resmin köşesine plaj restoranın olduğu yere plaj restoran yazısı konabilirdi.
Tarihi net olarak hatırlayamıyorum ama, kışın da çalışmaya başladığı yıllardan itibaren orada Celal Bayar dahil İsmet İnönü, Kasım Gülek, parti müfettişi iken Ferit Melen, Cemil Barlas, Bülent Ecevit ve daha nicelerini ağırlamıştık. 1978´e kadar da bu bölgenin en güzel yemeklerini yapan Kayserili ustama rahmetler diliyorum.
Balıkçılar erkenden ağlarını atar, kasalar dolusu balığı hemen balıkhaneye gitmeden gelir bizim lokantaya bırakırlardı. Velhasıl 40 sene bütün bölgenin Antep´e Maraş´a kadar balık yemeye gelenlerin sayısını tartışmaya gerek yoktur. Artı kaç tarihine kadar sürdü bilemiyorum Halep´e gidiş geliş pasaportsuzdu. Gece geç vakit geldiği zaman annem babama; “Zeki Ağa, gece bu saate kadar iş olur mu, nerede kaldın” deyince, “Halep´ten müşterilerim vardı. Tavla oynamışlar, kim kaybederse plaj lokantasındaki balık parasını o ödeyecek diye geldiler, kalfalar da gitmişti. Komilerle salatalarını yapıp doyurdum ve ancak uğurladım, geldim” demiş.
Şimdi bir fotoğraf göreceksiniz. Şimdi konuk evi olan sahildeki kız mesleğin yayındaki bina. Geçen belediye yönetimi tarafından müze olarak yapılacaktı. Bu müze için binanın önündeki bu fotoğrafı yarı kapı büyüklüğünde tab ettirip, Güngör kardeşim belediyeye eliyle teslim etti. Şu anda akibetini bilemiyorum. Bu fotoğrafın akıbetini belediye yetkililerinden öğrenmek istiyorum.
Eskiden garsonluğun okulu yoktur biliyorsunuz, çıraklıktan başlanır komi olurlar ve yetenekleri işveren tarafından tescil edilirse onlar da garson olurdu. Ama bizim işyerimiz şanslıydı. Fransızların döneminde elbette ufak tefek lokantaların kebapçıların yanında yetişen çok yetenekli garsonlarımız vardı. Onların yanında yetişen garson İlyas, garson Ali, garson Seydi ve daha niceleri… Arap ülkelerinden gelenler bile bize uğramadan gitmezlerdi. Bir gün 2 cip dolusu Suudi Arabistan´dan turist gelmişti. İşyerimizde çok iyi Arapça konuşan çalışanlarımız olurdu. Ama onlar bile barbunya balığına Sultan İbrahim dendiğini bilmezlerdi; ben de bilmiyordum. “Sultan İbrahim var mı?” diye soruyorlar, bir türlü kimse anlamıyor. Neyse ki babam ulaşmıştı. Şam´da yaşadığından Arapça bilirdi. “Aman Zeki Zey, dertlerini anlayamıyoruz” diye atılınca, hemen babam devreye giriyor, “Çabuk şu barbunya balıklarının tepsisini getirin” diyor. Zaten kalabalık bir grup, ‘hepsini bize pişirin´ demişler.
Yine nerelerden nereye geldik.
40 yıllık geçmişi olan bu işyerimizden Mehmet Bey´e, yakın doğuya Amik Ovası´nın ağalarına beylerine kadar hem yiyip hem paketler yaparak götürdükleri balıklar hepsine afiyet şeker olsun diyorum. Bu dünyadan göçüp gidenlere de rahmet olsun diyorum. 1958´de babam öldükten sonra kardeşlerim de eşim de hep beraber burayı ayakta tutmak için çok çetin mücadeleler verdik. Bir ömrün hebası hatta -benimki dahil- iki ömrün.
1978, ihtilalin yakın olduğu yıllardı, çocuklarım büyümüştü ve bu işlerle uğraşmalarını istemiyordum. Annem hasta ve yaşlıydı. İşyerini kapatıp, belediyeye teslim etme kararı aldım. Yüzümün akıyla, babamın hatırasına yakışır bir şekilde birkaç parça hatıra eşya alıp çıkmıştım. Etrafa Deniz Kulübü dahil pek çok işyeri açıldı. Herkes ekmeğini yedi.
Ve ben bu Pazar günü bunları yazabilmek için, anılarım da tazelensin diye eskinin Plaj Restoran´ına, daha sonranın Doğan Gazinosu, bugünün 1. Nolu Sosyal Tesisi´ne gittim. Çok yakın zaman kadar gazinonun önündeki kauçuk ağaçları vardı. Babam elleriyle dikmişti. Çok severdi onları. Ben de Pazar günü gazinoda oturup yazıyı yazarken “Babacım ruhun şad olsun, gözün arakada kalmasın, onlar sana yaraşır biçimde gökyüzüne doğru büyüyorlar” demek isterdim. Ama o kauçuklar artık yerinde değildi.
Pazar günü İskenderunlular sahilde dolup dolup taşıyorlardı. Ben de bir yabancı turist gibi güzelce çayımı kahvemi içtim, ama gözlerimden yaşlar akarak gazinoyu terkettim.
Hoşçakalın