Leman GÖÇMEN


Anneme Hasretlerimle

Sevgili anneciğim, yine geldi 15 Mart


Sevgili anneciğim, yine geldi 15 Mart.
Seninle ebedi ayrılığımızın 25. yılıydı. Sana özlemim hiç bitmedi, bitmeyecek de. Ta ki yeniden vuslata erene kadar…
Ben yine her yıl olduğu gibi babamın da senin de çok sevdiğiniz köy tavuklarını pişirdim, turşuyu yaptım. Senden öğrendiğim gibi tavukların için tereyağlı kırmızı ve karabiberli soğanla doldurdum. Pilavları yaptım, senin sevdiğin ve güzel sesinle zaman zaman söylediğin ‘Fikrimin İnce Gülü´ şarkısını mırıldanarak kısmeti olanlara ikram ettim.
İnanıyorum ki, senin ruhun hep benimleydi. Ve yine inanıyorum ki, güzel tanrım bunları sizlere de ikram etmiştir.
Biz seninle çocukluğumdan itibaren çok yalnızlık çektik. 5 yaşına kadar hiç göremediğimiz evimize, babamıza hasret yaşamıştık. Bir elmanın yarısı gibiydik.
İskenderun´a geldiğimiz zaman 15-20 hanelik bir köyden kocaman bir şehre gelmiştik. Burası senin de benim de ilk güzel dünyamızdı. Çarşıya, sahile çıktığımız zaman -3 kardeştik, en büyükleri ben 5 yaşımdaydım- çocuklar unutmaz ve anneciğim söylemeye utanırmış ama, yolu kaybedermiş. “Hadi Leman kızım, önümüze düş, evimize gidelim” dermiş. Sonradan anlattığından size bunları naklediyorum. O kardeşlerimin elinden tutar, ben de ilk defa gördüğüm Fransızların yaptığı güzel asfaltlarda güle oynaya evimize gelirmişiz.
Yıllar ne çabuk geçmiş anlayamamıştım. Ama, ben anlayamamışım. Meğer, sen evimizde babam dışarda, buralarda ev olmanın çabasını verirken bizler de çarşının güzelliklerini, ilk defa gördüğümüz Körfez´in keyfinin tadını çıkartıyorduk, güneş batmaya başlamadan.
Babamın işyerleri de biri şu andaki Milli Piyango binasının olduğu yerdi. İkincisi Sivil Savunma´nın yerindeki lokantamızdı. Üçüncüsü de şu andaki belediyenin Doğan Gazinosu yerindeki plaj olarak çalışan işyerimizdi. Orasını ‘45-‘46 yıllarında babam lokanta haline getirmişti.
Orasını herkes gibi gerçek mülkümüz zannederlermiş. Hattı zatında sadece belediyeye ait mülktü. Biz seneden seneye kiramızı öderdik. 1978´e kadar bizim işyerimiz olarak kaldı. 1958´de babam vefat edince ailemizin büyük evladı olarak işletmeyi ben üzerime aldım. 20 sene sonra da alnımın akıyla belediyeye anahtarlarımı teslim ettim. Dönemin belediye başkanı içinde demirbaşlarımız da olduğundan kime istersem verebileceğimi söyledi. O zaman da talipler pek çoktu. Ancak ben oranın yine iyi bir balık lokantası olarak çalıştırılmasını, hiçbir kötü amaçlı işletmeye kullanmamalarını hassaten rica etmiştim. Ancak, ne yazık ki benim verdiğim kişilerin arkasında hiç arzu etmediğim şekilde niyetler varmış. Hatta büyük oğlumun düğününü bile burada yapmıştım. Çok geçmeden 1980 ihtilali oldu ve belediye orada yapılan yanlışları tespit etmişti. Oraya el koydular. Ve hak yerini buldu, şu anda İskenderun´un en gözde sosyal tesisi olarak hizmet veriyor. Ondan sonra yapılan onlarca tesis Emirgan, Deniz kulübü gibi daha niceleri onun gibi baki olamadı. Bizler de ömür boyu İsmet Paşa, Celal Bayar, Bülent Ecevit gibi büyüklerimizi orada ağırlamaktan her zaman şeref duyduk. Hatta imzalı bir şeref defterimiz de varmış. Babam imzalattırmış ve saklamış. Ancak, orada lokantada muhafaza edermiş. Aniden ölümüyle o anda ben gurbette, Merzifon´daydım. Büyük erkek kardeşimiz İstanbul hukuk Fakültesi´ndeydi. Başka da kimsemiz yoktu yakın olarak, o zaman kaybolmuş. Sağlık demekten başka çaremiz kalmamıştı.
Anneciğimden nerelere geldik. Hepsinin ruhu şad olsun.
Bir şey daha söylemeden geçemeyeceğim. Babamın çok sevdiği arkadaşları vardı. Bunlardan biri Ağır Ceza Reisi Salih Beydi. Biri Mustafa Selçuk´tu. Bir tanesi Apustoli Zirek´ti. Bunlarla zaman zaman babam özel yemek isterdi, lokantada yapılamayan cinsten. Mesela içli köfte, çiğ köfte, mantı.. bunları evde yapardık. Anneciğim lokantanın arka tarafından bir büfe gibi odamız vardı. Oraya gider, kimse görmeden misafirlerimiz taze yesinler diye çiğ köfteyi orada yoğururdu. Misafirlerini babam öyle ağırlardı. Arkadaşları için, “Bunlar benim öksüzlerim” derdi.
Acısıyla tatlısıyla bir ömrü böyle geçirdik.
Hoşçakalın.