Leman GÖÇMEN


Annemin Gelinliği Yoktu

Bugün yazar Selim İleri´nin bir söyleşisi vardı.


Bugün yazar Selim İleri´nin bir söyleşisi vardı. 

Sanıyorum uzun soluklu bir program… ‘Benim annem, benim babam´ adlı bir konuydu. Annesiyle kendisinin çocuklukta yaşadıklarını anlatıyordu; onlarca siyah beyaz fotoğraf, çocuklukta başlayarak gençliğine kadar, anne babasının evliliğinden devam ederek…
Anne babasıyla olan düğün resimlerine bakınca… her zaman ukte de demeyeceğim, bir yara olan annemin bir gelinlik giyemeden evlenmesinin hikayesini hatırladım. Bu annemin de babamın da kusuru değildi tabi.
Annemle babam ayrı ayrı yerlerdendi. Resmi nikahı olana kadar da annemin fotoğrafı çekilmemişti. Ancak yanlış anlaşılmasın, iki yıllık nişanlılıktan sonra düğün zamanı gelmiş, annem öksüz, babam dağda çete geziyor. Gelenek gereği dini nikahını evde yaptırmışlar, anneme kırmızı bir fistan giydirilmiş, kınası yakılmış, tahta arabayla Toprakkale´ye getirilmişti. Ve trene binmişler, devletin Hataylıları iskan ettiği Fevzipaşa´ya doğru yola çıkmışlar.
İki sene süren nişanlılıkta babam zaman zaman geldiğinde, anneannemden rica edermiş, ‘nişanlımı göreyim´ diye. Anneannem de, “Sen burada otur, Hüsne birazdan karşıdan geçer” dermiş. Anneciğim beliklerini örer, yolun karşısından geçermiş. Annem, “Ben de göz ucuyla bakardım” diye anlatırdı.
Fevzipaşa´ya geldikten sonra eve bir fotoğrafçı çağrılmış, nikah için fotoğraf çektirmişler. Bir de hatıra diye ilk birlikte çektirdikleri bir fotoğraf vardır. Şu anda o fotoğraf annemin son yıllarını yaşadığı evin, oğlum Tarık´ın evini süslüyor.
Annemi hep başında bir duvaklı resmiyle tahayyül etmiş, başında bir gelin duvağının olmasını özlemişimdir. Çünkü eski albümlere baktığımızda herkesin annesinin kabarık etekli gelinliklerini, babalarının siyah elbisesiyle çekilmiş resimlerini gördükçe üzülmüşümdür. Ama anneciğimizin bir gün şikayet ettiğini duymamışımdır.
Eskiden kızları isteme ve evlendirme yaşı 15-16´ydı. Annem her istedikleri zaman, “Ben köye gelin olmam, şehre gideceğim” dermiş. Takdiri ilahiye bakın ki, o yıllardan çok öncesinde annemin dayısı bir ticaret için Akarca Köyü´ne gelmiş. Çapkınlığıyla da meşhur bir adammış. Köyde bir gün kalmış. Evin kızına birlikte kaçmayı teklif etmiş. Kız da kabul edince ertesi gün atın arkasına atmış, evin 3.cü hanımı olarak köyüne getirmiş.
Babamın dağlarda gezdiğini bildiklerinden Ayşe´yi gittiği köyde sormasını istemişler. Babam da Osmaniye´ye giderken Ayar Köyü´nü sordurmuş, gitmiş. Kuzenler birbirlerine sarılmışlar, hal hatır sorulmuş, geri dönmek isteyip istemediğini yoklamış. Ayşe´nin rahatı yerindeydi. Ayşe de babamı sorgulamış, evlenmediğini öğrenince görümcesinin kızı olan annemi istetmeyi önermiş. Babam da olur deyince, hemen akşamı dayıyla konuşulmuş, iki öksüzü biraraya getirmek için anneanneyle görüşmüşler. Velhasıl hemen isteme yapılıyor. Nişanlanmışlar. Birbirlerinin sadece yüzünü görmüşler. Ertesi gün babam gitmiş. İki sene içinde arada bir gelmiş. “Hatay kurtulsun, o zaman evleniriz” dermiş. Fransız işgali bitince annem artık umutlanmaya başlamış, düğünümüz olacak diye. Anneanne çeyizleri hazırlanmış, düğün vakti gelmiş. Annemi de hazırlayıp, kendi aralarında bir kına yapmışlar. Annemle babam ardından trenle Fevzipaşa´ya gelmiş.
O zaman Tayfur Sökmen de Antep´teymiş. Referandumu, ilhak sürecini oradan yönetiyormuş. Babamla da beraber çalışırlar, zaman zaman babam Tayfur Sökmen´in yanına gider gelirmiş. Referandum zamanı babam Toprakkale´ye gelince, bizi köye geri bırakmış. Babam Toprakkale ile köy arasında gidip gelmiş bir dönem. 1938´e kadar benden sonra kardeşlerim Güner ile Güngör de doğmuş. 1938´de tekrar bir at arabasıyla ben henüz 5 yaşındayken bu sefer Osmaniye´ye indik. O zaman Payas hudut. Oradan kaçak olarak gece 3 çocukla annem babam Hatay´a giriş yapacaklar için gönderilen trenle geldik. Gözümü açtığımda Çay Mahallesi´ndeki şimdi oturduğumuz sokakta, dedemin evine indik.
Annem köyde büyümesine, taassuba rağmen aydın bir insandı. Babam da öyleydi. Her biri kendi işleriyle meşgul, biz çocuklarla fazla konuşulmazdı. Ama oğlum Eyüp, çok meraklıydı; Nergizlik´teki evde uzun yıllar saatlerce annemi dinlerdi.
Annemlerin evliliğinin 25. yılında Dimitri´den akordeonunu getirmesini rica etmiş, kardeşimle süslediğimiz evde, kız kardeşimin anneme diktiği elbiseyi giydirip bir güzel eğlendik. Bir ara babam da geldi. Hep beraber bir 25.gün kutlaması yaptık. O gün de hemen Foto Kabataş vardı, oraya gidip bir resim çektirmişlerdi. Gözlerindeki o ışıltı, yüzlerindeki ışıkla mutlu bir fotoğraftı. O da şimdi benim evimin duvarını süsler. Aradan o kadar zaman geçti, annemin o günkü mutluluğunu hiçbir zaman unutmadım. Taa kardeşimi 32 yaşında kaybettiğimiz güne kadar.
1958´de babamı kaybettik. Ama öncesinde oğlumun doğumuyla babam dünyanın en mutlu insanlarından biri oldu bir daha. Her akşam eve gelir, ‘ince parmaklıyı getirin´ der, dizinin dibine oğlumu oturturdu. ‘58´de ani bir kalp kriziyle babamı kaybettik.
Babamdan sonra annem 35 yıl daha yaşadı. Ama gözlerindeki hüznü hiç silemedim. Nur içinde yatsınlar.
Selim İleri´nin sohbetinden sonra bu yazıyı yazmayı kendime görev bildim.
Annemle babamla ilgili daha anlatacak çok şey var. Artısıyla eksisiyle bu yazıyı hazırlarken etkisinde kalarak ben de çok duygulandım.
Hoşçakalın diyorum.