Nurullah ER


AŞIK VEYSEL

Nurullah ER


Tarih 21 Mart 1973.

Kars´ın, Kağızman ilçesinde askerlik yaptığım yıllardı. Mevsim bahara dursa da, dört bir yanımız kar beyazıydı. Gündüz talimini bitirmiş, akşam yemeği için yemekhanede yemeklerimizi yerken radyo haberlerinde, Aşık Veysel´in öldüğü söyleniyordu.

O anda çocukken köy yerlerinde dolaşan, akşamları evlerde ve kahvelerde halk ozanlarının türkülerini söyleyen aşıklar gözümün önüne geldi. O yıldan bu yana böylesi bir günü hatırımdan çıkaramam. Veysel hakkında ölüm yıldönümünde radyo ve televizyonda çıkan haberleri dinlemeye, gazetelerdekini okumaya çalışırım.

Aşık Veysel, bir Osmanlı çocuğu olarak 1894 yılında doğmuş, Cumhuriyetin halk şairi olarak 1973´de aramızdan ayrılmıştır.

Onun yedi yaşında gözünü kaybetmesi, yoksulluğu, sefilliği, kimsesizliği yaşaması, acıları çekmesi hayata küstürmemiş, bilakis yaşama tutunmak için daha da törpülenmiş, yaşam mücadelesini arttırmıştır. Babasının küçük yaşta eline tutuşturduğu sazı ilk yıllarda bir oyuncağı gibi olsa da, daha sonraki yıllarda Aşık Veysel, halk ozanı Veysel olmasını sağlamıştır.

O sazına döktüğü türkülerinin temasını, insandan, insan sevgisinden; tabiata, kara toprağa sadakatten, evrende ne var ne yok tümünü görmeyen gözleriyle, sezerek, hissederek duygularıyla yoğurarak, aklıyla ortaya koyarak dile getirmiştir.

Gözlerinin görmemesi, gönlünün aydınlığını etkilememiştir. Yaşama dört elle tutunmuştur. Gören gözüyle karanlıklar içinde yaşayanlara inat, o kalp gözüyle aydınlık içinde dünyada tüm olup bitenleri, açıklığıyla, gerçekliğiyle yaşamış ve dile getirmiştir.

O, dünyayı görmese de, geleceği görebilen bir barış elçisi, sazlı, sözlü bir filozoftu.

‘Kürt´ü, Türk´ü, Çerkez´i/ Hep Ademoğlu kızı/ Beraber şehit gazi/ Yanlışı var mı neresi´ Dizleriyle yurtseverlikte, vatandaşlıkta birlik beraberliğin önemini vurgularken, ‘Ne varsa sende bende/ Aynı varlık her bedende/ Yarın mezara varanda/ Sen toksun da ben aç mıyım´. Zengin fakir ayrımının bu dünyanın bir açmazı olduğunu söylemeye çalışıyor. ‘Aldırma cahilin kuru lafına/ Kültürsüz insanın kulu yalandır/ Hükmetse de dünyanın her tarafına/ Arzusu, hedefi yolu yalandır´ dizleri, cehaletin insanlık için büyük bir tehlike olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ayrıca “ Atatürk´e Ağıt” şiiri, Atatürk´ün eserlerini, ülkeye bıraktığı mirasın, önemini ve değerinin bilinmesi, korunması için Türk milletine çağrıda bulunuyor. Atatürk´ün, dünya milletlerinin gözünde de eşsiz bir lider olduğunu vurguluyor.

Aşık Veysel görmeyen gözüyle, okumasız, yazmasız sözüyle, tellere döktüğü türküsüyle bir Cumhuriyet aydınlatıcısıdır. Köy Enstitülerinde müzik öğretmenliği yapmış, 1930 yılında Sivas Maarif Müdürü Ahmet Kutsi Tecer tarafından ‘halk şairi´ olarak belgelendirilmiştir. Devlet tarafından halk şairliği tescillenen Veysel, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu… gibi halk şairi geleneğinden gelen son ozanımızdır.

Aramızdan ayrılalı kırk dokuz yıl olmuştur. Geçmişte bir gazetecinin, Aşık Veysel´le yaptığı röportajında; “Senden sonra halk şiiri konusunda ne düşünüyorsun?” sorusuna cevaben, “Bir tabağın dibine bal dökülmüş, bizden önce gelen şairler yemişler, biz ise kåsenin dibini yalıyoruz, bize söyleyecek söz bırakmamışlar” der. Bu sözü üzerine gazetecinin “Son aşık olarak kasenin dibinde kalanı da sen yediğine göre artık, aşıklık kimseye nasip olmayacak” sözü üzerine Veysel´in cevabı şudur: “Dünyada ne arı, ne çiçek, ne de bal tükenir.” Bu sözünü 1959´da gazeteciye söylemiş olsa da, 1973´deki ölümünden sonra eski halk ozanları geleneğinden bir şair gelmemiştir.

Bizler de onun türkülerini, ancak halk müziği sanatçılarından dinleyerek avunuyoruz. Ölümünün 49. Yıldönümünde minnetle anıyoruz. Ruhu şad olsun, köyündeki, üzerinde otlar biten, çiçekler açan, arılar konup, kuşlar uçan mezarında rahat uyusun. Sivas´ın bozkırının mavi gökyüzündeki yıldızlar yoldaşı olsun.