Halit KATKAT


AYM´nin Kararı Grev Hakkının Tescilidir

Anayasa Mahkemesi 29 Ocak 2015 tarihinde metal işkolunda MESS grup sözleşmelerinde grev hakkını kullanan DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası´nın grevinin Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmesine ilişkin başvurusunu haklı bularak idarenin 50 bin TL. tazminat


Bu haber 20 Temmuz tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve Birleşik Metal İş Sendikası´nın internet sayfasında yer aldı.

Elbette AYM´nin bu kararı başta sendikalar olmak üzere tüm işçi sınıfını ilgilendiren çok önemli ve yerinde bir karardır. Ancak bu kararın birçok bakımdan değerlendirilecek yönü var.
Birincisi bir özlü söz de “geciken adalet, adalet değildir” der. İşçiler toplu sözleşme taleplerini işverene kabul ettirmek için anayasal hakkı olan grevi kullanmak istiyor; Bakanlar Kurulu bunu erteliyor. Sendika işverene karşı bu anayasal hakkını kullanmakta ısrarcı olma yerine bir taraftan hukuki yollara başvuruyor; diğer taraftan TİS görüşmelerine devam ediyor. Sonunda TİS imzalanıyor. Ama AYM kararı üç yıl sonra çıkıyor. Binlerce işçinin üç yıllık kaybına karşı verilen tazminat cezası 50 bin lira gibi işverenler için cüzi bir rakam. Anayasa´nın 51. Maddesi ile güvence altına alınan sendika hakkının ihlal edildiği, bu kararla tespit edilmiştir. Yani bir anlamda Bakanlar Kurulu suç işlemiştir. Ama bakanlar kurulu anayasanın bu maddesini bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Bile bile işverenlerin çıkarı düşünülerek anayasanın bu maddesi ihlal edilmiştir.
Bu gerçekler ortadayken Birleşik Metal Sendikası´nın internet sayfasında bu haberle ilgili olarak “Bu karardan sonra hiç bir hükümet grev hakkını engelleyemeyecek...” diye yazabiliyor. Gerçekten öyle olmadığını bu sendikacılar bilmiyor olamaz. Nitekim açıklamanın bir yerinde “…sendikalara üye on binlerce işçi için grev hakkının kullanılmasının sermayenin istekleri doğrultusunda ve Bakanlar Kurulu tarafından kanuna aykırı olarak ertelenmesinin önünün de kesildiğini düşünüyoruz” diyerek olaya şüpheyle yaklaştıklarını belirtmiş oluyorlar. “önü kesilmiştir” gibi kesin bir yargıdan kaçınmışlar.
Binlerce işçinin grevinin ertelenmesi karşılığında işverenlerin ödeyeceği ceza sadece 50 bin lira, her işveren bundan sonra şunu hesap edecektir; grevin zararı 50 binden büyükse bu parayı ödemeyi göze alıp ertelettirme yoluna gidecektir. Bir anlamda işverenlerin ufku açılmış oldu. Üç yıllık zaman aşımı ve üretim kaybı yok; işverenler için kårlı bir durum.
İşçiler açısından ise grev hakkının anayasal hak olduğu bir kere daha tescillenmiş oldu.
Bir hakkın var olması, yasalarda yer alıp almamasından bağımsız olarak o hakkın kullanılmasına bağlıdır.
Anayasadaki bu açık hükme rağmen OHAL döneminde 7 kez grev ertelemesi yapılmış. Şurası açık ki işverenlere ve bakanlar kuruluna bu cesareti veren sendikaların grev hakkını kullanmakta istekli olmamalarıdır. Birçok olayda işçiler grev ertelemesine rağmen grevi sürdürmekte istekli oldukları halde sendikacılar grevi sonlandırmışlardır.
Buradan başka bir örneğe gelmek istiyorum. Geçenlerde İzmir Aliağa´da Star Rafineri inşaatında çalışan 2 bin 100 işçi yedikleri akşam yemeğinden zehirlendikleri için hastaneye kaldırıldılar. İşçilerden biri şöyle diyor “Tavuk dönerden zehirlendik bir şey yapılmadı, et dönerden zehirlendik bir şey yapılmadı, bu üçüncü… Eylem de yapmıştık” Burada sendika yemekhanelerin özele verildiği için bu zehirlenmelerin olduğunu iddia ediyor. Ancak işçilerin elinde ‘grev´, yani üretimin ya da hizmetin durdurulması gibi önemli bir güç var. Ancak sendikalar bu önemli gücü böyle hayati bir sorunda kullanılmayıp ne zaman kullanacaklar? Aynı soruyu işyerlerinde ve maden ocaklarında meydana gelen iş kazaları için de sorabiliriz.
Bu önemli güç, yerinde ve zamanında kullanılmazsa bunun bedelini işçiler ağır bir şekilde öderler. İşçiler için formül gayet basit; ‘sen benim yaşamıma önem vermezsen ben de sana üretim/hizmet vermem´den ibarettir.