Nurullah ER


BADEMLER VE ERİKLER ÇİÇEK AÇARKEN

Bademler ve erikler baharın müjdecisidir.


Bademler ve erikler baharın müjdecisidir.
İlkin onlar çiçek açarlar bahçelerde.
Çırılçıplak ağaçlar arasında beyaz, pembe gelinlik giymiş kızlar gibi görünürler.
Bu yıl kışın etkili olmamasıyla çiçek açımları, çevrenin yeşillenmesi biraz daha erken oldu. Kış ayında bahar yaşandı adeta.
Mart ayının ilk haftasında karayoluyla Ankara´ya gittim. ‘Bahar geride kaldı, ama şimdi Ankara kıştır´ düşüncesi taşırken, oralarda da soğukların kalmadığını, eriklerin, bademlerin orada da çiçekler açtığını gördüm.
İnsanların doğayı hor kullanmaları sonucu oluşan bu tür iklimsel değişiklikler için, yalnızca konuşulduğu, bir önlem alınmadığı, yaşanacak felaketlerin bedelinin de yine biz insanların ödeyeceği gerçeği ile karşı karşıya olduğunu da bilmekteyiz.
Böylesi mevsimde Çukurova´yı derinlemesine geçip giderken, genişliğine gözlerken, Amanoslara- Toroslara yaslandığını, Ceyhan´ın- Seyhan´ın boz bulanık dolana dolana aktığını seyrettikçe, Akdeniz´in kucağında gördükçe; Karacaoğlan´ın; Şubat ayı kış yelini kovarken/ Cennet demek sana yakışır dağlar dizeleri aklıma gelir.
Gerçekten de öyle. Bölge cennetten bir köşe. İskenderun´dan Osmaniye´ye kadar uzanan sanayi kuruluşlarını geride bırakıp, Kısık Boğaz´ını geçtikten sonra bölgenin verimli toprakları, doğanın güzellikleri kendini gösteriveriyor. Buğdayların başağa durduğunu, içlerinde gelinciklerin bayrak bayrak dalgalandığını, kenarlarda papatyaların, kır çiçeklerinin rengarenk açtığı hemen göze batıyor. Böylesi bir manzara insanın içini ısıtıyor.
Yaz ekimleri için traktörlerin tarlalarda homurdayarak dolandığını, tarım işçilerinin karıncalar gibi çalıştığını, her tarla başında bir-iki kişinin eli böğründe” yine para etmeyecek” diye kara kara düşündüğünü görünce, adeta bahar kayıp olup, kara kış bastırıyor.
Ülkemiz, karayolları taşımacılığı ağırlıkta olan bir ülkedir. Yol boyunca saniyede bir taksinin yanınızdan geçtiğini, şehirlerarası otobüslerin durmaksızın gelip gittiğini, ağır yük taşıyan tırların kervanlar gibi uzadığını görürsünüz. İktidar olarak bunların gelip geçtiği yolu yapmakla övünür, toplum olarak alkış veririz. Karayolu taşımacılığının maliyetini sorgulamayıp, başka bir seçenek var mı yok mu araştırmayız. Trafik kazalarında şampiyon olduğumuzu önemsemeyip, kaybettiğimiz canlarımızı hemencecik unuturuz.
Bir yere dışarıdan bakıp, görmek daha farklı oluyor. Ankara´da, Hatay´da yaşadığımızı, oradan geldiğimizi söyleyince karşındaki kişinin adeta kaşları çatılıyor, yüz hatları geriliyor, gözleri kocaman oluyor. Belliki hemencecik bölgede yaşanan savaş ve Suriyeliler aklına geliyor. Unutuyor tüm doğa güzellikleri, tarihi değerleri. Kayboluyor birden; savaşın, acılarının ve gözyaşlarının arasında. Çaresizlik, umutsuzluk, bilinmezlik ve çözümsüzlük... Birazcık rahatlamak için bölgenin doğa güzelliklerine dem vurarak, Hatay´ın  yöresel mutfağını, doğal köy ürünleri; yeşil zeytini, gar sabununu, kekiği, künefeyi... Arsuz, Harbiye... Konuşmak biraz ağrı kesici tedavisi oluyor.
Ankara´da kaldığım sürece yapılan sanat ve edebiyat etkinliklerine katıldım. Ankara Ticaret Odası´nın  İş merkezindeki resim sergisi görmeye değerdi. Ünlü ressam Hikmet Çetinkaya´nın yağlı boya gelincik manzaralı resimleri sizi alıp götürüyordu bir bahara. Ayak üstü yaptığımız sohbetlerin sonunda, “İnsan ne kadar değerli ki, sanat değerli olsun.” dedi.
Çankaya Zülfü Livaneli Kültür Sanat Merkezi´nde, Ankara Edebiyatçılar Derneği´nin düzenlediği “Devrim sonrası İran Edebiyatı” adlı söyleşi vardı. Söyleşiye katılan Türk ve İran edebiyatçıları, devrim sonrası İran´da edebiyatı türlerine göre, konularını içerik ve şekilsel açıdan uğradıkları değişiklikleri anlattılar. Bölgemizden olan ve zaman zaman da Ses gazetesinde yazıları çıkan edebiyatçı ve yazar, Müslüm Kabadayı da konuşmacılar arasındaydı. Müslüm Kabadayı konuşmasında devrim sonrasında şiirde, romanda, öykülerde savaşı akıcı ve çoşkulu bir dille anlattı. Savaşta yaşanan acıların ve dökülen gözyaşlarının bir şiir diliyle söyleşiye dökmesi, şiirleri okuması, dinleyicileri adeta büyüledi. Anlatının günümüzde bölgemizde yaşanan savaşlarla bağlantı kurulması dinleyicileri etkiledi.
22 Mart Dünya Su Günü´ydü.
İnsanların can damarı. Olmazsa olmazı olan suyun adına düzenlenen Su Günü´nden, insanların hiç haberi yoktu. Yine iş edebiyatçılara ve sanatçılara düşüyordu. “Dünya Su Günü” anısına, “Ve Bir Göl Vardı Bir Zamanlar” Romanının yazarı Haluk Aytekin bir yandan kitabını Nazım Hikmet Kültür Evi´nde imzalarken, bir yandan da Amik Göl´ünün nasıl kurutulduğunun sunumu yapıyordu.
Dünyada iyiliklerin de kötülüklerin de sorumlusu insanlardır.
Aç gözlü, bencil, para hırslı insanlar hep kötülüklerin müsebbibi olmuşlardır. Sanat ruhlu insanlar, sanatı sevenlerse hep iyiliklerin ve güzelliklerin müsebbibi...
Ne kadar sanat, o kadar iyilik, güzellik ve mutluluklar!...