Sadullah ÇAĞLAR


BAĞ BOZUMU

Sadullah Çağlar


Akdeniz bölgesinde Hatay genel olarak en verimli topraklara sahiptir. Çukurova´dan sonra, Amik gölünün bulunduğu ova, Kırıkhan, Hassa Aktepe, özellikle Hacılar Köyü, üzüm bağları ile kuşanmış olup her şeye rağmen doğal güzelliğini korumaktadır.
Günümüzde hala ama hala üzüm bağları ile ayakta olan Hacılar Köyünde doğal güzellikleri ile göz dolduran sarıkız çam ağaçlarının yer aldığı ormanların yanı sıra üzüm bağları da yaşamını sürdürmektedir.
Fakat geçmişteki insan kalabalığı oldukça azalmış, köy eski dönemdeki çağlarını aramakta. Köyün orta yerinde akan sudan su doldurmaya gelen köylü kadınları yok.
Hacılar köyünün bir diğer özelliği de Türkiye çapında diş teknisyenleri de burada yetişti. Daha da ilginç olan köy nüfusu azalmasına rağmen, bölgenin en çok üniversite mezunu kişisi Hacılar köyünden çıkmıştır. Tıp doktorları bunu üzümle beslenen köy halkının zekasının gelişmesine bağlamaktadır.
Köyün ekonomik olarak güçlü kişileri Kırıkhan´a yerleşmiştir. Köyün geçim kaynağı üzümün yanı sıra sınır ticareti idi. Sınırdan Suriye´ye şeker ve giyecek gibi şeyler giderdi.
Biz aile olarak Kırıkhan´da yaşıyorduk. Babam Mehmet Çağlar Kırıkhan´da manifatura işi ile uğraşıyordu ve kumaş satan bir dükkanı vardı. İşi oldukça iyi idi. Yazları Alan yaylasına çıkardık, Temmuz sonrası Hacılar köyünde bağımız olduğu için oraya giderdik.
Üzümler olgunlaşınca bağ bozumu yapılır mahsere başlar, pekmez ve reçel yapılırdı. Köyde ayrıca asırlık ceviz ağaçları vardı ve havası kuru olup oldukça güzeldi. Üzüm bağlarında yetişen siyah üzümün tadı bir başka idi.
Geçtiğimiz günlerde yakınlarımızı ziyarete gittik. Bağlarda siyah üzüm yok sadece paf üzüm var. Neden tek çeşit üzüm kaldı dediğimde, paf üzümün daha ticari olduğu ve daha çok para kazandırdığını söylediler.
Yakın zamana kadar şehre gezmeye giden köylüler dostlarına sepetle üzüm götürürlerdi. Bu güzel davranış mazide kaldı. Bir anda yıllar öncesini hatırladım. Sarıkız denen dağın eteğinde rüzgarların estiği gelincik tarlası vardı. Rüzgarlar çam ağacının kokusu ile üzüm kokusunu birlikte taşırdı.
Ben de gramofonumu alır buraya getirir ve Müzeyyen Senar´dan şarkılar dinlerdim. İlk gençlik yıllarımda Antakya´dan köprübaşındaki kitapçıdan aldığım İngiliz Kemal´in Kurtuluş Savaşı Anıları, dönemin mizah gazeteleri; Karagöz, Faik Rıfkı Atay´ın Dünya Gazetesi, Hüseyin Cahit Yalçın´ın Ulus Gazetesi ve Tarih dergisi ´Dün ve Bugün´ o dönemde ,Sarıkız ormanında okumak için 15 yaşıda ergenliğe adım atmakta olan satırların yazarı, gramofon dinlerken okuduklarım arasında idi.
Eylül ayının ortası yine Hacılar köyünde yazı geçiriyoruz ve ben Sarıkız ormanında gramofon dinlerken aslında Türk casusu ve Kuvva-i Milliyeci olan İngiliz Kemal´in anıları romanını okuyordum. 1.cilt kitabında anlattığı işgal günleri ve İstanbullu yurtseverlerin işgale karşı bağımsızlık mücadelesini anlatıyordu. Kendi yuttaşlarını ihbar etmek için kapıda beklediklerini fakat , İngilizler kendi insanlarını ihbar edenlerden nefret ettiklerini de yazıyordu. Kitaplar okurken gramafonda kulağım Perihan Altındağ´ın ´Sevmediklerinle gönül avutma´ şarkısı bana duygu katıyordu.
Dağın çam kokusu eşsiz bir güzellik ve üzüm bağlarının olduğu Hacılar Köyü Sarıkız Ormanında elimde Esat Mahmut´un Son Gece romanını okuyorum. Kitabın konusu 1.Dünya savaşında Almanlarla, Osmanlı müttefikliği konusunu işliyor. Romanyalı genç kız bir Türk subayına aşıktır. Kızın abisi ise bu ilişkiye karşıdır.
Son Gece romanını defalarca okudum. Hacılar köyünde yaylada olduğumuz günlerde kitabı yeniden okurken Dünya iyisi Nefise ablam; Küçük edem acıkmadın mı neden yemeğe gelmedin, sana yemek getirdim deyip, açık köy ekmeği, yayık ayranı ve yanında tavuk kızartması getirmişti.
Ben de abla, niye zahmet ettin dedim, oda küçük edem senin annen Sabiha bize çok iyi baktı, bizde çok emeği var dedi. Şimdi düşünüyorum da, Hacılar Köyünü ve Sarıkız ormanını öyle özlemişim ki yemek aklıma bile gelmiyor.
Bir gün evin halkı erken uyanmış, çocuklar kalkın bağa gidiyoruz dediler. Bağ bozumu başlıyor, mahsere yapacağız. Yollara düşüyoruz, bizim iki bağımız vardı. Biri Hacılara girişte dağın yamacında. Kocaman sepetlerle yükü taşıyan atlar vardı.
Türkü söyleyen değişik kadın ve erkek sesleri vardı. Eniştemiz Kocacık Ömer´in uzun hava söylemesi sabahın seher vakti yankılanırdı. Üzümler toplanırken yaşlı anaların elinden tutup, sen dinlen teyze biz senin yerine toplarız derdik. Acaba bu güzel insanlar nereye gittiler?
Yıllar sonra gittiğim Hacılar Köyünü doğal yapısını korumuş fakat geçmişteki bilge kişilerin olmadığını görüm. Genel olarak bu insan ıssızlığı yalnız Hacılara değil, genelde tüm ülkede yaşanıyor.
Batı bunun önlemini almış, sanayi çağına geçerken kırsal kesime fabrikaları kurmuş. Bizde de köylere örneğin konserve fabrikaları kurulsa köyün gençleri işsiz kalmaz.
Geçen yılın Eylül ayında ablamın torunu Mustafa aradı, Hacılar Köyüne davet etti. Sarıkız ormanına gittik. Uzandım biraz dinlendim, yanımda oğullarım ve yakınlarım vardı. Gözümü açtım sanki zaman donmuştu ve hiçbir şey değişmemişti. Eşsiz doğa manzarası beni yaşadığım yıllar öncesine götürmüştü.
Yıllar önce kaybettiğim güzellikleri yeniden yaşamıştım. İnsanı mutlu eden aile çevresidir. İnsanoğlu kaynaklarından koptuğu zaman yaşamın anlamı olmaz. Yaşamın en güzel yanı paylaşımdır, yani ortak yaşam. Bu güzellikler sanki günümüzde kayboldu.
Köyde gördüğüm en üzücü olay gençlerin işsizlik sorunu yaşamasıydı. Ankara da bürokraside hizmet veren bölgeden yetişmiş pek çok insan var. Geçenlerde bir doktor arkadaşımla konuşurken bana Hassa bölgesinde yetişen insanların bolca üzüm yedikleri için zeki ve başarılı olduklarını söyledi.
Örneğin Fransa´da üzüm bağlarının olduğu bölgelerde üstün yetenekli ve zeki insanların ortaya çıktığını bilim insanları açıkladılar.
Bu açıdan köylerde toprağın canlandırılması için tarıma dayalı sanayinin bu bölgelere kurulması faydalı olur ve böylece köyden kente göç azalmış olur.
Beni Hacılar Köyünü kısa ziyaretimde en çok mutlu eden şey köyün doğal güzelliğini koruması ve betonlaşma hastalığından korunmuş olması. Bu son derece sevindirici ve bunun da ötesinde, Sarıkız korusundaki çamların çoğalması bende büyük sevinç yarattı.
Hani geçmişte ünlü bir yazarımız söylemişti; Orda bir köy var uzakta, gitmesek de bizim köyümüzdür. Hayır, baylar gidilmeyen köy bizim olamaz. Köylerin insan yalnızlığını aşmamız felsefe sorunudur. Yani bilimsel sorun, aslında köylere giden yolları açmalıyız.

Rüzgar söylüyor şimdi, o yerlerde ki şarkımızı....