Nurullah ER


Bahar ses veriyor

NURULLAH ER


Bahar ses veriyor.

Dile gelmiş tabiat ana.
Oyun çocuğu gibi sevinçli, sevdalı bir genç gibi heyacanlı ve çoşkulu.
Mavi gökyüzünde hörgüçlü kervan develeri gibi dolanan ak bulutlar arasından sızan güneş içimizi ısıtıyor.
Açıklarda çoğalan, birbirine yüklenen, yüklendikçe büyüyen lodos dalgaları ak yeleli atlar gibi koşturup, kıyıları gümbürtüyle dövüp gerisin geri gidiyorlar.
Telaşlı bulutlar gökyüzünde dolaşıp, yağmur damlaları olup şakırtılarla dövüyor yeryüzünü. Ardından öfkesi geçmiş anne sakinliğiyle çocuğunu emzirir gibi yavaştan yavaştan ıslanan karatoprak, gün ışığı ile kabarıyor.
Cana geliyor kış uykusunda ne varsa.
Börtü böcek dolanıyor, ağaçlar kuzu kulağı yaprağa dönüyor; erikler, şeftaliler, portakallar… Gelinlik giymiş gibi donanıyorlar.
Geride kalıyor zemheri ayazı, kara kış günleri… “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” densede bahar yüzüne döndürmüş dünyamıza.
Cemrelerle buluştu, nevruz günleriyle tanıştı artık doğamız.
Leylek göçleri, turna katarları, kırlangıç çığlıkları dolduruyor şimdi çevremizi. Eriyen karlar sel olup taşıyor yatağından.
Kaç bahar eskitti bu yeryüzü, kaç karakış gördü, zemheri yeli yedi ensesisine, temmuz sıcağı değdi sinesine bilinmez.
Gönül dört mevsim bahar koksun istese de, karakış ayaklı yıllar.
Yüreğinde karakış olanlar baharı baharca bile yaşatmaz oldular.
Mevsimlerin geçmiş tarihini tümden sığdıramam torbama. Kıyıda, köşede kalacaktır mutlak yaşananlar.
Baharı ne kadar allayıp pullasamda, zemheri ayazını yerin dibine batırsamda çoğaldıkça azalıyor, azaldıkça yalnızlaşıyorum.
Yüreğinde karakış taşıyanlarla baş edemiyorum.