Halit KATKAT


Bekçi Görevini Yapıyor mu?

Halit Katkat


Hatay yangını geçen haftanın gündemine damgasını vuran önemli olaylardan biriydi. Saatte yetmiş kilometre hızla esen rüzgârın körüklemesiyle 33 saat süren yangında 400 -500 hektar alan yanıp kül oldu.
İskenderun, Belen ve Arsuz ilçelerini etkileyen yangında insanlar yanmadı ama onların evleri ve arabaları yandı. Evet insanlar ölmedi. Ama binlerce canlı, bitki ve hayvan alevler arasında acı içinde can verdi. Elbette bugün için acının derecesini ölçen bir alet henüz icat edilmemiş olsa da yangında yananla uzakta olanın acıları bir değildir.
Şimdi sizi empati yapmaya davet ediyorum. Elinizi, ayağınızı ya da herhangi bir yerinizi kızgın sobaya değdirdiğinizi düşünün. Bu deneyi daha önce yaşamış olanlarınız bu acıyı gayet iyi hatırlayacaklardır. Bir de kendinizi bu yangının içinde yanıp kavrulmuş ve çömeldiği yerde öylece simsiyah kömür haline gelmiş tavşanın ya da kabuğu içinde yanmış ve sadece kırık kabuğu kalmış kaplumbağanın yerine koyun. Ya da kendinizi on yıllarca toprağa kök salıp rüzgâra, yağmura, kuraklığa direnmiş; olduğu yerde dal budak salıp yaşayıp giderken cayır cayır yanan çam ağacının yerine koyun. Ya da kendinizi evi, arabası yanan ve çocukları ile dışarıda kalan yurttaşların yerine koyun ve bir kere daha düşünün. Evet bazıları kendilerini acı çekenlerin yerine koymayı bilmezler, koymazlar ya da koymak istemezler. Zaten insan olmanın ya da düşünsel evrimleşmenin ölçüsüdür “empati”. İnsandan başka canlılar empati yapamazlar. Peki, İnsan öldüreni “katil”, “cani” olarak niteliyorsak ; ormanı içindeki canlılarla beraber yakanı ne olarak niteleyeceğiz? Şurası açık ki empati kurmasını bilen birisi canlı yaşamına zarar vermeyi aklından geçirmez. Televizyon muhabiri yangın haberini verirken yanı başında yaşlı bir zeytin ağacı vardı. İçi boşalmış gövdesinden yüz yaşın üstünde olduğu görünüyordu. Ama dalları gür ve yeşildi. Etrafında alevler olmayan bu yaşlı zeytin ağacının gövdesinin içinde alevlerin boşluklardan döne döne dışarı gövdeyi yalayarak çıkışı bana ağacın için için ağladığını hissettirdi.
Orman yanarken sadece ağaçlar yanmaz elbette, başta o ağaçların yetişmesi için geçen zaman dilimi de yanmış olur. Üç ilçe sınırlarında yanan ormanlarda sadece çam ağaçları yok, aynı zamanda sadece buraya özgü başka yerde yetişmeyen endemik bitkiler ve hayvanlar da var. Bu canlıların ölümü türlerinin tükenmesi demek. Ayrıca şunu da belirtelim ki köylerde tarlalarda ekinler kaldırıldıktan sonra kalan saplar yakılırdı. Bilindiği gibi bu anız yakma işlemi bakanlık tarafından yasaklandı. Yasaklanmasının nedeni yangının toprakta bulunan ve toprağı verimli hale getiren bakterileri de saplarla beraber yok ettiği içindir. Bu şekilde düşüncesizce yakmalar toprağın bitki örtüsünü yok ettiği için çölleşmesine yol açar. Bir çam ağacı 40 kişinin bir saatte ürettiği karbondioksiti bir saatte oksijene çevirir. Atmosferin yüzde 20´sini oluşturan oksijenin yarısından fazlasını ağaçlar üretir. Yani soluduğumuz havanın büyük kısmını ağaçlara borçluyuz. Bunun yanında çam ağaçları kökleriyle suyu tutarak hem su rezervi sağlar hem de toprağın sular ve seller ile taşınmasını önlediği gibi bulunduğu tere serinlik de verir. Ayrıca kuşlar, memeliler, sürüngenler ve böcekler vb. canlıların yaşam alanıdır.
Bütün bu faydalarından sonra gelelim bu ormanları kim koruyacak noktasına.
Kapitalist sistem bilindiği gibi ranta ve kåra dayalı bir sistemdir ve yararlanmadığı ağacı keser. Araştırmalar yangınların yüzde 95´inin insan kaynaklı olduğunu gösteriyor. Onun için bu alanların yakılmasında kimlerin çıkarı varsa onlardan şüphe edilmelidir. Ancak sorumluları bulup yakalamak kolluk kuvvetlerinin, adalete teslim etmek de savcıların işidir elbette… Ama bir örnek vermek gerekirse bir patron kendi arazisini, evini ya da işyerini korumak için kameralar koyar, bekçi tutar, güvenlik görevlileri koyar. Bunlar eğer kendi mülkünü koruyamıyorsa, sorumluları hemen işten çıkarır. Ülkenin pek çok yerinde yangınlar çıkıyor ve her yıl bu yangınların sayısı artıyor.
Yanan ormanlar tüm halka ait olan mülktür. Bu mülkü koruma görevi hükümete aittir. Halk adına hükümetler bu ortak mülkü, halkın canını ve malını korumakla yükümlüdür. Yani hükümetler halkın bekçisidirler. Eskiden mahalle bekçileri vardı, gece yurttaşlar uyurken o mahalleyi hırsızlıktan ya da herhangi kundaklama olayından korurdu. Yurttaşta ona güvenerek gece rahat yatardı. O zaman kamera, İHA, kamera, gece görüşlü kameralar, insanın yerini alacağı iddia edilen yapay zekalar yoktu. Şimdi her türlü olanak olduğu halde ne insanların canı, malı ne de ormanlar korunabiliyor. Her yıl artan sayıda yangın, can güvenliği, taciz, tecavüz olayı ile karşı karşıya kalıyor yurttaşlar.
Geçen hafta Ankara Gar Katliamının da yıldönümüydü. Bu olayda da yetkililer barış isteyen kitlenin can güvenliğini sağlayamamış ve atılan bomba yüz üç yurttaşın ölmesine neden olmuştur.
Ülkenin topraklarını, ormanlarını, yurttaşların can ve mal güvenliğinden sorumlu olan, yani ülkenin bekçisi olan Hükümet görevini yapıyor mu size göre. Demokratik bir ülkede hükümet, yurttaşın can güvenliğini ve ormanlarını korumak için gereken önlemleri alır, alamıyorsa yapamıyorum deyip çekilir. Suçluları bulup yargı önüne çıkarmakta onların görevidir. Bir kısım medyanın yaptığı gibi onu bunu delilsiz ispatsız suçlamanın, lanetlemenin olayın çözümüne zerre kadar katkısı yoktur.