Sadullah ÇAĞLAR


Benden resim aşıranlara zıkkım ola

Edebiyat okyanus kadar derin ve büyük bir zenginliktir. Yazım alanı doyumsuzdur.


Edebiyat okyanus kadar derin ve büyük bir zenginliktir. Yazım alanı doyumsuzdur.

Bazen yeni kaynaklar bulmak için geçmişi araştırmak gerek.
Bazen önemli olayları okuyucuya taşımak gerek diye düşünüyorum.
Aylık kültür sanat dergisi İnsancıl´ın Ekim 1996 tarihli sayısında ilginç bir konu dikkatimi çekti.
Uluslararası resim sanatçısı İbrahim Balaban´ın bir anısı olan Nazım Hikmet ile yaşadığı ilginç olayı Balaban´ın gözlemi yazıya dökmüş. Hepimizin bildiği gibi Nazım Hikmet tek başına bir felsefe ve üniversitedir.
Yazıyı okuyalım:
'Ben İmralı´dan sürülünce beni iki Jandarma mapushane kapısında içeriye bırakınca Bursa cezaevine kazık gibi dikildim durdum. Ve öfke ile düşündüm. Tahliye olmama iki ay kalmıştı, şimdi cezam beş yıla çıktı. Demek ki çıraklığım devam edecek. Burada ustam Nazım Hikmet´in yanında bundan ötürü beş yıl bana vız gelir.'
'Bana tutuklu yıllar büyük bir ressam olmak için bu gerekmiş sanki.'
'Ben böyle durmuş düşünürken Nazım Hikmet, yarısı kırmızı yarısı yeşil o acayip giysiler içinde beni tanıdı.'
'Balaban gelmiş' diye seslendi.
Koşarak beni kucakladı, bu kucaklaşma ve ´Demek ki geldin bir daha seni göremem zannediyordum nasıl geldin? onu söyle.´
'Seni gördüm ya İmralı´dan buraya gelmek zor oldu. Yoksa evet sürdüler'
Şair babanın yüzü birden kızardı. 'Ne oldu çabuk söyle. Senin ne suçun vardı da 28 yıl ceza verdiler. Bak şu belaya.'
'Benim başıma gelenler senin başına da mı geldi' dedi. Ve tekrar kucaklaştı. Bu arada baş gardiyan Basri bize seslendi ayrıldık.
'Müsade edin üstat dedi. İbrahim Balaban Peki Basri bey dedi. Nazım´ı nereye götürüyorsunuz?'
'Onu merak etmeyin, on gün şu karantinada kalacak'
'Peki iyi öyleyse, ben sanmıştım ki ayrıldık.'
Ertesi gün sabah karantinanın demir parmakları penceresinden gözüktü ustam.
'Merhaba Balaban'
'Merhaba şair baba'
'Nasılsın evladım'
'iyiyim'
'Nasıl iyisin?'
'Bu gece uyudun mu?'
'Uyudum'
'Neden ben hiç uyumadım, seni düşündüm'?
'Bende seni düşündüm ama uyudun. Ulan nasıl uyku tutar adamı'
'İki ay sonra tahliye olup çıkacaktın. Anana kavuşacaktın. Balaban sana kavuştum resim yapmada daha çok eksiğim. Anama her zaman kavuşurum. Kavuşurum ama, beş yıl sonra ne suç işledin de sürdüler seni mapushaneden. '
'Mapusların portrelerini yapmıştım. Peki suç bunun neresindeymiş?'
'Benim resmini yaptığım adamlar kominist olup çıkmışlar.'
'Hepsi bu kadar mı'?
'Allah Allah içinde böyle bir suç unsuru duyulmamış.'
'İmralı ayaklanma yazmış. Kepazelik'
'Resim yapmakla İmralı neden isyan edermiş.'
'Sen şiir yazınca harp okulu ayaklanmış mı?'
Doğru, pardon neresi doğru bunun yahu? Allah kahretsin bunlar birer bahane pencereden doğruluk arkasına baktı ve tekrar bana döndü şair baba paran var mı? Paralarını İmralı Müdürü Saffet Onay gasp etti. Ne demek sonra anlatırım. Peki üzme kendini yanında 2 liram var, al 1 lirasını sana vereyim aç kalma. Alamam ekmek varya aç kalmam al diyorum sana beni üzme peki üzme kendini hadi hoşçakal yarın yine gel.
Ertesi gün pencereden bir ses,
“Balaban merhaba.”
Dönüp baktım ustam şair baba pencerede.
“Merhaba hoşgeldin, ne yapıyorsun? Bakalım çalıştığın kağıtlara.”
“Şuradan demir kapı gözüküyor. Görüş için içeriye giren kadınların resimlerini çiziyorum.”
“Bu kadınlar ne kadar anama benziyor. Ver bakayım.”
“Al bak.”
“Bu çizim ileri bir süreç çize çize güzel resimler olacak. Sonra, sonra bir kompozisyon taslağı ve ondan sonra bak ne eserler yapacaksın.”
“Nazım eline aldığı bu kağıtlara bakarak nasıl da mutlu ettin beni bilemezsin bu çizimlerin her biri senin toplumlarında yer almak için çalışmışlar. Aferin sana. Çizip de beğenmemezlik olursa sakın yırtıp atma.”
“Peki atmam.”
“Ah keşke sürünmeyip iki ay sonra çıksaydım dışarıya da anana ve köyüne kavuşsaydın.”
“Hayır böylesi daha iyi olacaktı. Dışarı çıksaydın eksik kalırdın. Sana yeniden kavuşmak büyük talih şair baba.”
“Sonra bana ne derlerdi bilir misin? Çok şükür özgürlüğüne kavuştun falan filan. Hayır bu öküzler, bu karasaban seni bekliyor. Yapış sabanın koluna derlerdi.”
“Şimdi sen 5 yıl cezaya çarptırılmaya razısın öyle mi?
“Razı olmasam da öyle.”
“Müthiş bir direniş. Bu işte sen bu sanat aşkıyla şaheser resimler yapacaksın. Şimdi sevindim. Ben bugun rahat uyuyabilirim. Haydi hoşçakal yarın görüşürüz.”
Ertesi gün satılan resimlerin paralarını sordu şair baba. Hangi paralardı onlar? Onları adaya gitmeden önce burada senin dokuma tezgahlarında çalışanlara bakarak yaptığım dokumacılar tablosu. Anamı da model tutup yaptığım bıçkılar tablosu. Karasabanlı çiftçiler tablosu ve belciler tablosu İzmir´de sergilenip satılmış. Bir yıl uğraşıp yaptığım eserler İzmir´de sergilenip satılmış ve paralar müdürün kasasına ve benim hesabıma yatmış. Yatmış da ne olmuş sanki, benim elime on para geçmedikten sonra.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle kepazelik böyle namussuzluk görülmemiştir. Sen resim yapıyorsun diye 5 yıl cezaya çarptırıyorlar, ama yaptığın resimlerin parasını utanmadan yiyorlar. Balaban, zehir zıkkım olsun.”
Çağımızın büyük ressamının kısa hikayesi böyle. Köyden gelen saf çocuk Bursa cezaevinde bir dehaya rastlıyor ve kaderi değişiyor.
Şair baba Nazım Hikmet´in yattığı hapisaneler üniversiteye dönüştü.
Birgün anne Celile hanım Bursa cezaevinde ziyarettedir. Nazım; 'Anne senin mesleğinden olan genç bir ressamın resimlerini sana göstereceğim.' Celile hanım resimleri inceler ve “kim bu genç onunla, tanışmak isterim” der. Balaban gelir, “işte genç sanatçımız”. Celile hanım ona dönerek, “Çocuğum sen hangi akademiden mezunsun? Sonra senin burada ne işin var? Neden cezaevindesin?”
Balaban cevap vermede zorlanır. Nazım devreye girer: “Anne bu yarının genç sanatçısı, Nazım Hikmet Akademisi´nden diplomalı.”
Şaşkına dönen Celile hanım, “Peki bu çocuk burada ne yapıyor?”
“Anne kan davasından eline silah vermişler ve bu çocuk okul yüzü görmemiştir.”
Aslında Balaban olayı, Türkiye´nin gerçeğidir. Üstün ırk denen bir kavram yoktur. Olay eğitimdir.
Afrika´nın geri kalmış coğrafyasından Londra Oxford´da eğitim gören zenci insanı bir İngiliz insanı kadar gelişkendir.
Neden acaba eğitimi paralı yapıyorlar? Neden Köy Enstitüleri´ni kapattılar?
Başında söylediğimiz Nazım Hikmet bir bilimdir. Nobel ödüllü Şili´li şair Paris Büyükelçisi Pablo Neruda, Viyana´da Türk yazarlara: “Biz Nazım Hikmet´in yanında şair sayılmayız ve dünyanın en büyük şairini yurt hasretiyle onun kalbini durdurdular.”
Ve o bir çınar ağacına gömülmeye hasret kalıp gözü açık gitti.
Ne demişti Shakespeare; Kitaplarım benim krallığımdır.´