Sadullah ÇAĞLAR


BEYAZ PERDEDEN SEÇMELER

Sadullah ÇAĞLAR


Sanat dünyası bir bütündür. Edebiyat, müzik, tiyatro ve resim iç içedir. Sanat insan hayatına heyecan katar ve onun ötesinde sinemanın karanlık salonunda yeni keşifler seni şaşırtır. Birkaç saat sonra film bittiğinde kendinize ´neden çabuk bitti?´ dersiniz.
Yeni kıtaları görüp Afrika´nın sıcak ormanlarında safariye çıkmış avcıları izlerken yanlarındaki zenci köleleri ve ormanların doğal güzellikleri ve yırtıcı aslanın yavrularını okşarken bir anda Tarzan´ın çığlığı ile ürperen yabani zencilerin nasıl ürkerek Tarzan´dan kaçtıklarını nasıl unutabiliriz.
Çocukluk hayallerimiz bu filmlerle büyüdük.
Nasıl unutabiliriz, John Westmüller´in yaptığı Tarzan filmlerini. Film yapımcıları bunca teknolojik gelişmeye rağmen onun yaptığı filmleri aşamadılar. Bir daha öyle güzel filmler yapılamadı.
Fantom, Zoro, Aya Seyahat ve Uzaydan gelen adam gibi macera dolu filmler ve sonrasında unutulmaz klasiklerle tanıştık. Viktor Hugo´nun Sefiller, Hamingway´in Çanlar kimin için çalıyor, Çaplin´in Çiçekçi kız filmleri gibi.
İngiliz edebiyatının en önemli yazarı Emily Brent´in Rüzgarlı bayır filminin son sahnesinde bir arada büyüyen iki çocuk, büyüdüklerinde birbirlerine aşık olurlar. Ama onları kapıda ayrılık bekler.
Sevdiği kadın ölüme giderken pişmandır ve sevdiği kadını kaybeden genç adam ağlayarak; Seni anlayamadım. Ve bir gün tepedeki eve çıkan fırtınalı havada geçmişte sevgilisiyle buluştuğu tepeye koşar. Acaba bu hüzünlü sahneyi izlerken göz yaşlarına hakim olmak mümkün mü?
Geçtiğimiz yıl film tutkusu olan bir arkadaşım bana sürpriz yaparak Burt Lancester´in nasılsa geçmişte görmediğim 1950 yapımı bir filmini hediye etti. Filmin konusu dram. Filmde Rita Hayworth ve Deborah Kerr´in yanı sıra yardımcı aktör David Niven rol almış.
Ayrı masalar filmini seyrettiğimde, bu klasik eseri nasıl görmedim diye düşündüm. Burt Lancester, Rita Hayworth ve Deborah Kerr en sevdiğim artistlerdi. Bu büyük sanatçıların bütün filmlerini görmüştüm.
Filmi defalarca seyrettim. Konusu bir pansiyonda geçiyor. Emekli bir İngiliz binbaşısı, son derece centilmendir. Zengin ve aristokrat bir ailenin genç kızı yaşlı binbaşıya aşık olur.
Kız adamı çok seviyor ve sürekli izliyor. Kızın annesi ise bu durumdan oldukça rahatsız. Filmde yaşlı bir kadın var ve kitap okumayı seviyor, özellikle Şekspir´i okuyor. Ayrıca zengin ve yaşlı bir adam başını dinlemek için pansiyonda kalmaktadır. Hukuktan yeni mezun bir avukat pansiyonda kalmakta ve salonda kitaplarını okumaktadır ancak onu da genç sevgilisi rahat bırakmaz.
Bir akşamüzeri pansiyon önünde bir taksi durur ve içinden orta yaşlarda oldukça güzel bir kadın olan Rita Hayworth çıkar, otelin salonuna girdiğinde tüm bakışlar ona döner. Pansiyonu çalıştıran kadın onunla konuşur ve oda John(Burt Lancester) burada mı kalıyor der. Evet burada birazdan gelir cevabını alır.
Pansiyonu işleten kadın John ile evlenmek üzeredir. Ve salonda akşam yemeği başlarken aranan kişi salona girer. Yağmurdan ıslanmış adam trençkotunu çıkartıp lobidekilere coşkulu selam verir.
Hatırını soran pansiyon sahibi bayan ona yaklaşarak; John nerede kaldın yoksa beni unuttun mu? John ise; Olur mu seni nasıl sevdiğimi biliyorsun. Lobiye giren adam içerideki masaya yaklaşırken aniden çarpılmış gibi olur. Masada oturan yaşına göre çekiciliğini koruyan Rita´ya bakar şok yaşar. Gözleri yerinden oynar, yüz ifadeleri gerilir.
John, Rita´nın yanındaki masaya oturur. Önüne yemek konur ama hala kendine gelemez. Ve Rita´ya sorar; Niçin buraya geldin? Senin için John, seni arıyordum, burada olduğunu öğrendim.
John; Yarın hemen buradan gidiyorsun Rita der ve kendini sokağa atar. Kadın geç saatlere kadar bekler ve tekrar salona gelen John Rita´nın masasına oturur ve sorar; Senden ayrıldık Rita, duyduğuma göre evlenmişsin, yeni bir çevren olmuş, beni neden arıyorsun.
Rita; Seni seviyorum John, beni anlamaya çalış. Rita gece geç saatte John´un odasına gider ve boynuna sarılır. John da ona sarılır ancak kısa süre sonra tartışırlar ve John odayı terk ederken kadın onun ceketini tutar, onu iten John kadın merdivenlerden düşerken çeker gider.
Pansiyoncu kadın Rita´ya yardımcı olur ve ayrılmışsınız neden hala John´un peşindesiniz der.
Rİta´da pansiyoncu kadına; Çok hastayım, ve yalnızım, onsuz yaşayamam.
Bu arada John otele döner ve pansiyoncu kadına Rita´nın durumunu sorar. Pansiyoncu da; O hasta ve seni bekliyor. John Rita´nın yanına gider ve masasına oturur. Neden bana hasta olduğunu söylemedin, der. Rita da; Sana ihtiyacım var, çok yalnızım der.
Salonda bu trajedi yaşanırken Aristokrat anne yaşlı binbaşıdan kızını ayırmak istemektedir. Onlara yakın oturan yaşlı binbaşı annesiyle tartışan genç kızı izler. Anne ayağa kalkarak kızına; Ben odaya gidiyorum, benimle gel, Kızı ise hayır anne, seninle gelmiyorum. Diğer masalarda oturanlar da onları izlemektedir ve film sona erer.
Bu film sinema klasikleri arasında olmasına rağmen Türkiye´de gösterime girmedi. Beni filmde en çok etkileyen ise dünya sinemasında erkekleri baştan çıkartan roller yaparak şöhret olan Rita Hayworth ilk defa sanatını öne çıkarıp seyircileri etkilemesi oldu.
Rita Hayworth 1947 yılında Gilda Filmiyle fırtınalar yarattı. Özel yaşamında ise Pakistan´ın zenginlerinden Ağa Han´ın oğlu Ali Han ile evlilik yaptı. Ondan bir kızı oldu ama evlilik uzun sürmedi. Sinemanın dahi yönetmeni Orson Velles ile evlilik yaptı. Ali Han İse Rita için; Keşke bütün servetim gitseydi ama Rita yanımda olsaydı der.
Rita ise kendisiyle ilgi bir yorumunda, tanıdığım her erkek Gilda´ya aşık oldu ve sabahları benimle uyandılar.
Samson ve Dalila filminde Dalila güzellik tanrıçası olarak Samson´u büyük bir faciaya götürür. Siremanın en güzel kadınlarından biri olan onun tahrik edici bir güzelliği vardı. Somson Dalilla filminde Dallila´yı bu güzelliği tanrıça yarattı. Hedy Lamarr dostlarına hayatım boyunca güzelliğim başıma hep bela açtı der.
Samson filmin finalinde Samson sütünları yıkamadan önce Dalila´ya ordan uzaklaşması için haykırır. Nerde olursan ol Dalila hep seni seveceğim. Samson gözlerini kör edip kendisini tutsak eden kadını ölesiye sevdi.
Samson ve Dalila filmi ile ilgili ilginç bir anı var. 1970 yılında bir mecmuada okumuştum. Birleşmiş Miletler cemiyetinin bir toplantısına katılan İsveç Başbakanı Olof Palme ve Filistinli lider Yasaer Arafat sohbet ederken; Sayın Arafat, benim tarihsel bir merakım var, Samson ve Dalila efsanesi beni çok etkiledi, filmi izledim ayrıca Viyana´da operasını da izledim. Sizden öğrenmek istediğim siz Gazze´li misiniz bu konunun aslı nedir?
Arafat; Ben Filistin´de doğdum, doğduğum yer Gazze´ye yakın. Samson Filistinli ve efsaneye göre Yahudi´dir ve gerçek bir liderdir. Filistin´i işgalci Fenikelilere karşı savundu. Ailesi Samson´u kendi ırkından Meryem adında bir kızla evlendirmek istedi. Ama Samson istemedi. Ve bir gün karşısına Dalila adında bir kız çıktı. Bidiğiniz gibi güçlü adam sonunda kadına esir oldu. Son anda kadının yalvarıp seni Mısır´a kaçırabilirim teklifini ret etti.
Ve ölüme giderken kendisini tutsak ettiren kadına zarar gelsin istemedi. Sayın Palme benim çocukluk yıllarımda da bu efsane konuşulurdu.
Olof Palme ise sanat tutkusunu bir sinemanın önünde ölüme giderek ödedi.
Sinema bütün bir dünyadır. Ne demişti büyük Sokrat, her kadın bir Dalila´dır