Leman GÖÇMEN


BİR HAYAT ÖYKÜSÜ-I

Leman Göçmen


Boyu uzadı diye ortaokula gönderilmediğim için eski usul eve bir dikiş makinası alınır ve dikiş nakış öğretilen yıllardı.
Nakış için Singer´in açtığı nakış kursuna yazıldım. Zaten o nakış kursları, Singer dikiş makinalarının bir nevi sürümü içindi. Gücü yeten kızına, eşine bir makine alır ve her gün muayyen saatlerde bilå ücret nakış için tayin edilen yere genç hanımlar, genç kızlar giderdik. Ama aynı zamanda benim makinamın elektrik motoru vardı. Ben hemen onu da kullanmayı öğrenmiştim. Sandıklar dolusu çeyizimi hep kendim hazırlamıştım.
Mübeccel Akcan arkadaşımla orada tanışmıştım. Meğer babalarımız Hatay mücadelesinde beraberce mücadele edenlerdenmiş. İkimiz de çok anlaşmıştık.
Evlerimiz de Çay Mahallesi´nde olduğundan boş zamanlarımızı hemen hemen her gün beraber geçirirdik. 14-15 yaşın taze heyecanları içinde günümüzü gün ederdik. Sahile çıkar, şimdiki Esentepe olan yere -Pınarbaşı derdik- ailemizle birlikte pikniklere giderdik. Şarkılar söyler, kendi aramıza başka arkadaşlar da alır, müzikli çaylı günler geçirirdik.
Mübeccel´in babası ölmüştü. Abisi vardı, Harbiye´de okuyordu. Annesi Ceyhanlıydı. Dikiş dikerek çocuklarının yetişmesine katkıda bulunurdu. Çok sevecen, yumuşak huylu bir anneydi. Evine her gittiğimde, “Kızım Mübeccel seni çok seviyor, bir o kadar da ben seni sevdim” derdi. Bugün bizim misafirimiz ol, sen olduğun zaman o da yemeğini iştahla yiyor derdi.
İki sene sonra arkadaşım hukuk fakültesine giden bir akraba oğluyla sözlendi. Çok mutluydu. Ne büyük bir sevdaydı ki, her gün Ankara´dan mektup alır, cevap yazar, gelen mektupları bana da okurdu. Okul bitince evleneceklerdi.
O uzatmalı nişanlı ola dursun, ben 1955 yılında evlenip Eskişehir´e gittim. Biz yine mektuplaşıyorduk. Bir mektubunda “Demir mezun oldu. Biz de nikah hazırlıklarına başlıyoruz” demişti. Ben ondan sonra yazdığım mektuplardan cevap alamadım.
1956´nın sonbaharında ben ilk bebeğimi bekliyordum. Anneciğim, “Kızım kardeşlerin var, ben gelemem. Senin kayınvaliden de yok. Senin doğuma buraya gelmen lazım” demişti. Ben İskenderun´a geldim. Ama yine Mübeccel´den bir ses yoktu.
12 Kasım´da oğlumu dünyaya getirdim. O günlerin birinde rüyamda Mübeccel bana gelmişti. Bana, “Biz Demir´den ayrıldık Leman” dedi. “Nasıl olur” dedim. Gülüyordu. Şaka yapıyor sandım. Kan ter içinde uyandım ki, bu rüya.
Bir söylem vardır, rüyaların tersi çıkar derler. Ben de öyle yorumladım: Herhâlde Mübeccel evlendi, buralardan gitti, beni de bu yüzden aramıyor demiştim. Bir hafta-10 gün sonra bir baktım ki Mübeccel kapıda göründü. Aman ne kadar sevinmiştim. Hemen kalkıp boynuna sarıldım, ama Mübeccel çok durgun ve üzgündü. Her dem gülen, her zaman bol kahkahalı bir insanken o anda durumuna bir anlam verememiştim. ‘Çok da güzel dişlerin var, çok güzel gülüyorsun´ dedikçe daha çok gülerdi. Karşılıklı oturduk. Ben hiç kondurmadığım için rüyamı anlattım. Boynunu bükerek, “Doğru görmüşsün Leman, biz ayrıldık. Başka bir şey sorma” dedi. Sorma deyince akan sular durdu. Artık bir şey soramadım. Sessizce geldi, oğlumu kucağına aldı. O zaman incecik, altından Maşallah´lar olurdu. “Bunu doğmadan önce hazırlamıştım” demişti. Gayri ihtiyari darısı sana inşallah dedim. Boynunu büktü, önüne baktı. “Ne yazık ki olamadı” demişti. Vedalaştık gitti.
Daha sonra bana tebriğe gelen yakın, akraba, komşulardan her şeyi öğrendim. Demir, Mübeccel´e her gün yazdığı mektupları götürdüğü postanedeki kıza aşık olmuş, onunla anlaşmış. Burada da Demir´in annesi Mübeccel´i terziye götürmüş nikah tayyörü, gelinlik dikiliyordu. Ailesine bile bildirmemiş meğer. Belki de bunları telefonla söylemiş, buraya gelmeye yüzü olmamış.
Daha sonra bana gelen akraba kızlarımız, akrabalarımızdan bunları öğrenmiştim. Aradan çok zaman geçmeden Cemal abisinin tayini teğmen olarak Erzurum´a çıkmıştı. Anne kız da eşyalarını toplayıp, dönmemek üzere Erzurum´a gitmişlerdi. İşin garibi damadın annesiyle Mübeccel´in teyzesi eltiydiler. Yani bir akraba evliliği olacaktı. Erzurum´dan da mektuplaşmamız devam etti. Pek çok teğmenden evlilik teklifi aldığını, ancak “Şu anda hiçbir evliliği içime sindiremediğimden istemiyorum´ demişti.
Erzurum´dayken benden çok ilginç bir isteği vardı. Memleketimizin tatlı patatesini özlemişti. Buradan gönderirim demiştim. O zaman kargo yok. Bir tek iletişim aracı PTT vardı. Gidip sordum, “Bir tahta sandığın içerisine yerleştir, biz de buradan göndeririz” demişlerdi. Şeker portakalı, tatlı patates… geçmiş gün bir paket yapıp PTT´ye götürdüm. Ve gönderdim. Yolların kar kış koşullarını hesaplamamışım. Ben pakettin haber beklerken, mektup geldi ki; “Lemancığım sakın üzülme, sen bilemezdin ama, ben bu kadar soğukta bunların buraya yetişemeyeceğini bilmem lazımdı” diyor ve yine gülüyordu. Üstelik hem çürümüş hem etrafına pis kokular yaymaya başlamış paket. “PTT´de iken çöpe koyup, eve elim boş döndüm” demişti. Sağlık olsun deyip, gülüp geçmiştik.
Subay abi Ankara´ya tayin olmuştu. Biraz birikmişleri varmış, Siyasal Bilgiler Fakültesi´nin karşısından güzel bir daire alıp ana kız oraya yerleşmişlerdi.
Şimdilik hoşçakalın
Devamı haftaya…