Mustafa AKYÜREK


Bir yanım ebemkuşağı

MUSTAFA AKYÜREK


Sahi, kimin bir yanı Ebemkuşağı?

Gökuşağı, Eleğimsağma nereye düşer?
Gözlerimizin ‘iris´i Ebemkuşağı denilene ne zaman kavuşur?
Aylar, mevsimler –hatta, -yıllar var ki, Can Baba dediğince ‘rengarenk´ merdiveni göremedim.
Gökyüzünün, güneşin, suyun bize küsmüşlüğüne sormalı olup bitenleri…Zira, her baharda saçlarıma düşerdi yedi rengin kat kat ışınları…
Yeşille sarmaş-dolaş olup çimleri, yarpuzları, kavakları, ebegümecini ve daha nicelerini yeniden sever ağuşuma alırdım, alırdınız.
Maviye dayanamazdım… gökyüzüne baksam deniz kıskanır, nilüferli göller boynunu büker. Taa yerin altında saklı turkuaz taşlar gizli gizli gönül kayar.
Sarıyla birlikte Mayıs sonlarına, oradan Haziran-Temmuz´a başak başak el sallardım… Ekin tarlalarını, kuru otları ve ‘Harman Zamanı´ düşlerdim, düşlerdiniz.
İpeğin ‘Antakya Sarısı´ mintan olur ipek kozasının Ebemkuşağı yurdunda.
Ve safran… Dış dünyada baharat, iç dünyada zehir. Herkesin zehri kendine. Safra kesesi patlamaya görsün bir kere… ne hayat kalır, ne nefes…
Ve kırmızı… Yedi rengin şahı! İris´in ellerinde. Ebemkuşağı´nın orta merdiveni. Kraliçe Helene´nin etek rengi. İris´in o merdiveni basamak basamak indiği, ortasında dinlendiği ateş rengi.
Ateş Tanrısı´nın efsane yurdunda hohladığı alev dili kırmızıdan maviye çalmaz mı? Yakmaz mı yeryüzünün yeşilini, sarısını?
Peki, geriye ne kalır dersiniz bu yangın tufanı sonrasında?
Kurufalar, çirkin iskeletler, yapraksız ağaçlar, sivri kavaklar… Kısaca renk diyemeyeceğimiz griler, karalar. Yani boş ve sessiz bir dünya. Boz ve siyah!
Tatlı tatlı konuşurken şom ağzı bir tarafa bırakıp erelim mi kerevetine?
Ha, bir de ‘Ebemkuşağı´nın Batı´da umut, şans getirdiğine de inalır… Asya´da, Güney Amerika´da güneşin dili.
Hıdırellez´de su boylarından gökyüzüne üflenen dilekler, gelinlik kızlara takılanlar, çakıl taşlarıyla yapılan kırmızı pancurlu ev dilekleri… Bunların tümü gökkuşağından bağımsız mı sandınız?
Ebemkuşağı´nın altından geçilince ters etki yaptığı söylenir… Kızların oğlan, oğlanların kız olacağına inanılır. Kör talihin bozulacağı, alnımıza güneşin ve renk ebrularının düşeceği söylenip durulur.
Bir de Arap Kızı´nın yaptığı gibi; ‘teknede hamur´, tarlada çamur´ deyip ‘camdan bakıyoruz´ yıllar yılı.
LGBT´liler sokağa çıktıklarında yedi rengin mor olanı selamlar yeryüzünü…
Onlar da gökkuşağının altından geçememişler. Araf´ta çakılıp kalmışlar galiba. Yani ne İsa´ya ne Musa´ya yaranabilmişler. Kalakalmışlar orta yerde.
Dedim ya, yıllar var ki, elimi süremedim ebemkuşağı renk demetine.
Atlas olduğuna inanılan gri bir kuşağa değdi elim, eliniz.
Tenimi saran siyahlar uykularımı ayartmışlar; bana kargalar gülüyor uzaktan uzağa.
Ama yine de soruyorum…
5N1K Formülünü çözen var mı?
‘Altı bilinmeyenli bir denklem var ortada´ dediğinizi duyar gibi oluyorum´.
Ama ben çocukluğumun ‘Ebemkuşağı´nı arıyorum.
Sunaklarda yeşeren umutları, yağmur sicimlerinin kırılıp kırılıp Gökkuşağı oluşunu, güneşin alnıma düşüşünü özlüyorum
Ya siz?