Müslüm KABADAYI


BİR HALK AYDINLANMACISI: MEHMET YILDIZ

Müslüm KABADAYI


Doğduğumuz yer peşimizden geliyor, bazen belleğimizdeki silikleşen noktaları canlandırmak, bazen de fırtınalar koparmak için… Çocukluğum 1960’lı yıllarda Yayladağı’nın Kışlak köyünde geçti. O yıllarda hem ülkemiz hem de köyümüz için aydınlanma mücadelesinin yükseldiğine ve bazı alanlarda ilerlemelerin kaydedildiğine tanık olanlardanım, çocukça da olsa. Dayım Mehmet Yıldız köy muhtarı, babam Hüseyin Kabadayı da köy bekçisiydi. Onların ihtiyar heyetiyle birlikte yürüttükleri çalışmalarda en önemli destekçilerinden annem Ganime Kabadayı’yı da saygı ve özlemle anıyorum.

Muhtarlık, aynı zamanda köy odası olup tam bir halk aydınlanmasının mekanıydı. Buraya dergiler ve gazeteler gelir, meraklılarınca okunurdu; bataryalı büyük radyodan haberler ve müzik dinlenirdi. İşte benim de yararlandığım bu atmosferin öncüsü, üç dönem Kışlak’ta muhtarlık yapan Mehmet Yıldız dayımdı. Köye asfalt yol, evlere su getirilmesinden modern tarıma geçilmesi için bostan ve bahçeler sulama kanalı ve havuz yaptırılması bu dönemde gerçekleştirildi. Bunların köylünün aydınlanmasıyla taçlandırılması için gençlerin ortaokul, lise ve üniversite eğitimine yönlendirilmesi de aynı dönemde hız kazandı. Çocukları büyüyen, köydeki gelirleriyle çok çocuklu ailesini kentte geçindirebileceğini öngören Mehmet Yıldız dayım, Antakya’ya göçerek burada mobilya atölyesi açtı. Ömrünün uzamasında ve çocuklarının yetişmesinde büyük payı olan ikinci eşi Nahide yengeyle burada evlendi. Antakya’nın tanınan mobilya ustası oldu ve 1977’de CHP’den milletvekili adayıydı.  

1970’li yılların sonlarında bizler üniversiteli gençler olarak onların başlattığı aydınlanma meşalesini, sosyalizm mücadelesiyle geliştirdik. 1978’de köyümüzde Köy Kalkınma Kooperatifinin kurulmasında rol aldık, deneyimli ağabeylerimizle. Türkiye işçi sınıfı sendikal ve siyasal örgütleriyle güçlenirken, köylüler ve tarım emekçileri de Köy-Koop’la Halk-Koop’ta örgütlenerek sömürüyü azaltmanın yollarını arıyordu. Ülkemizin emperyalizme bağımlılığına son vermek, halkımızın sömürülmesini ortadan kaldırmak için mücadelenin yükseldiği dönemde 12 Eylül faşist darbesi gerçekleşti; ne yazık ki halk aydınlanmasıyla toplumsal kurtuluş mücadelesi baskılandı ve ezildi.

12 Eylül faşizmi, Türkiye devrimci ve sosyalist hareketine ağır darbe vururken, yeşil sermayenin ve tarikat-cemaatlerin önünü açtı. Bu nedenle de toplumun öncüsü olan ailelerin gerilediği, ekonomik olarak çökertildiği bir süreç yaşandı. Bundan bizim ailelerimiz de payını aldı. Yükselen sermayenin uzantısı olan gerici-tutucu aileler palazlandırıldı. Bu dönemde önce Arap ülkelerinde çocuklarının geçimini arayanlar arasında dayım Mehmet Yıldız da oldu. Sonra İskenderun’da mobilya atölyesini açarak ilişkilerini geliştirdi. 1980’li yılların ikinci yarısında İskenderun’da bulunan Yayladağı ve Altınözlüleri, Ali Çuhadar vd. aydınlanmacı kırsal kesimden gelen kişilerle örgütleyerek bir dernek kurdular. 1990’lı yılların ortalarına kadar bu dernek iz bırakan etkinlikler yaptı. Ne yazık ki yeni kuşakla beslenip desteklenmediği için kapandı.  Mehmet Yıldız dayım, 1990’ların ikinci yarısında tekrar Antakya’ya döndü. Emekli olup yaşamını çocuklarıyla burada sürdürürken toplumsal sorunlara kafa yormaya devam etti. Deneyimlerini çevresiyle, yeni kuşakla paylaştı. Belleği çok güçlü olan dayım, her buluşmamızda merak ettiğim konularla ilgili sorularımı yanıtlar, defalarca anlattığı kimi konuları tekrar eder, yeni öğrendiklerini de paylaşır. Bundan on yıl önce Antakya’daki evinden pek dışarı çıkmadığını, dolayısıyla kilo aldığını fark etmiştim. Nahide yengemle de mutabık olarak dayıma anılarını ve düşüncelerini yazması için defter götürdüm. Böylece yazmanın zevkini ve bunları internet ortamında, sosyal medyada kızı Hatice Öğretmenin çabasıyla paylaşmanın mutluluğunu yaşayan dayım, bu çalışmalarını kitaplara da dönüştürmeye başladı. Ne güzel bir gelişme değil mi…

Onu, en son Ocak 2023’te Antakya’da ziyaret etmiştim. 6 Şubat depreminde evleri yıkılınca çocuklarıyla birlikte Konya’ya taşındılar. Kendisiyle hep telefonla görüşerek bilgi ve duygu akışı sağlamıştık. İlk kez bayramı da vesile ederek 10 Nisan’da onu ziyaret etmek için Konya’ya geldim. İyi ki gelmişim…

Sabah hızlı trenle Ankara’dan yola çıkıp 10.50’de Konya Garı’na vardım. Beni aracıyla alan kuzenim Nihat Yıldız’la kucaklaşıp özlem giderdik. Kendisi Antakya’dayken uzun yıllar Defne Hastanesi’nde sağlık emekçisi olarak çalışmıştı. Hastane ve evleri yıkılınca Konya’da ilaç mümessilliği yapmaya başladı. Ailesinin belkemiği durumunda büyük bir yükü taşımaya devam ediyor. Onu takdir ettiğimi söyledim. Eve gidince dayımla kucaklaşıp derin derin kokularımız soluyarak özlem giderdik. Nahide yengemiz ve kuzenlerimizle de… Depremzede olmak travmasını aştıklarını görmekten büyük mutluluk duydum.

Dayımın dili şiştiği için 11.30’dan 20.30’a kadar yemek dışında hep sohbet ettik. Arada bir şiir kitabından bazı şiirlerini okumamı isteyerek nasıl yorum yapacağımı merak etmesini de 86 yaşında kitaplarına kavuşan bir şair-yazar olmasına verdim. Onlardan birini aşağıya alıyorum.

ANTAKYA

Benim aşkım Asi Nehri
Antakya bir dünya şehri
Dillerde hep günün behri
Gönüllere taht kurmuşsun Antakya

Seni seven sende olur
Her gün içinde bulunur
Temiz havası solunur
Serin eser yelin Antakya

Rızkı bol ekmeği bol
Senden geçer hayırlı yol
İstersen Habib-i Neccar’a sor
Ne mübarek şehirsin Antakya

Bir tarafta Şeyh Yusuf El-Hekimi
Bir tarafta Şeyh Ahmet Kuseyri
Hele hele ilk kilise Saint Pierre’i
Bu şeref dünyaya yeter Antakya

Sensiz hayat düşünülemez
Künefesiz hiç edilemez
Sensiz cennete gidilmez
Çok yaşa hep yaşa Antakya


Dayım Mehmet Yıldız’ın depremden önce yazdığı kadim Antakya’nın yıkımını yaşaması, onu besleyen anıların ve insanların kaybı travmaların travması… Buna karşın onu yaşama son derece bağlı ve üretken kılan enerjinin bana da geçmiş olmasına çok sevindim. Onları tanıyan dostlarım, yaratıcı-üretkenliğimin ve bir işe sevdayla sarılmamda Mehmet Yıldız dayımla babamın dayısı oğlu Ali Çuhadar’ın payının olduğunu söylerler.

Müthiş bir beyin ve yürek fırtınası yaşadık kendisiyle. Onun doğduğu topraklarda ölmeyi ve oraya gömülmeyi istediğini derinden hissettirmesi, peşinden gittiğimiz şehirlerin derinliğini de çağrıştırdı bana. Yaşlıların deprem gerçeğini nasıl hissedip ve yorumladıklarıyla ilgili ayrı bir yazı kaleme almayı düşündürdü. Kısacık da olsa ailemizin en büyüğü olan dayımla buluşmanın sevincini, yengemiz ve kuzenlerimizle özlem gidermenin mutluluğunu yaşayarak 23.00’te Ankara Garı’na indim. En kısa zamanda yeniden Antakya’da onlarla kucaklaşmayı yürekten istedim.