Halit KATKAT


Bu sendikal yapılar mücadelenin önünde engeldir

Halit KATKAT


Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye´nin en fazla üyeye sahip işçi sendikası Türk-İş´in genel kurulu yapıldı. Yapılan genel kurulda konfederasyonun yönetimine Ergün Atalay başkanlığındaki eski yönetim yeniden göreve geldi. Zaten delege yöntemiyle yapılan seçimlerde başka bir sürpriz beklenmiyordu.

Günümüzde işçileri tehdit eden koşullara bakalım ve bu sendika yapısının bu tehditleri savuşturup savunmayacağını irdeleyelim.
İşsizlik yüzde 14´lere çıkarak tarihi zirve yapmış. İşsizliğin artması, sadece yeni işe girecekleri etkilemiyor; aynı zamanda çalışanları da ücretlerinin baskı altına alınması ve işten çıkarılma korkusu ile baskı altın alıyor.
Hükumet işverenlerle birlikte kıdem tazminatının 'fon”a bağlanması ve zorunlu BES (Bireysel emeklilik Sistemi) için hazırlıklar yapıyor. Kıdem tazminatının fona bağlanması işverenleri tazminat ödemekten kurtarıp işçileri tazminatsız işten çıkarma kolaylığı getiriyor. Bu da işsizliği artıracak bir uygulama... Bunun yanında İşsizlik Sigortası Fonu´nun amacı doğrultusunda kullanılmayıp sermayenin yağmasına açılması da işten çıkarılacak işçilerin açlığa mahkum edilmesi anlamına gelecektir.
2020 yılı için Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplandı ve üç hafta içinde asgari ücret artışına karar vermesi gerekiyor.
TİS´lerin her yıl olduğu gibi “yüzde 4+5” gibi zamlarla yapılma eğiliminin olması bu yıl değişecek midir?
Vergilerin artırılması ve başlıca tüketim mallarına yapılan zamlar, emekçinin enflasyonunun en iyimser hesapla bile yüzde 30´larda oluğu ama hükümetin ücret maaş artıları için kullandığı TÜİK´in enflasyonunu yüzde 8.55 olarak açıklaması,
Hükumetin işçilerden aldıklarını patronlara elde avuçta ne varsa, “teşvik”, “hibe”, “ucuz kredi”, “vergi affı”... gibi yollarla aktarması...
İşçileri bekleyen bütün bu tehditlere karşı mücadele etmesi gereken konfederasyonlar, başta da Türk-İş, bu mücadeleyi verecek midir? İşçiler, daha önceki mücadele deneylerine bakarak şunu söyleyebiliriz ki işçilerin sendika bürokrasisine artık hiçbir güvenleri kalmamıştır. Önceki yıllarda metal grevlerinde işçiler sendikayı devreden çıkararak temsilcileriyle sözleşme yaparak bu güvensizliklerini göstermişlerdi. Aynı sendika yönetimleri ve işçilerden kopuk sendika yapısı ile bu defa bu sendika yönetimlerinin sorunların altından kalkmaları için bir emare, bir kanıt yok. Ayrıca daha önceki yazılarımda yazdığım gibi 200-300 bin liralık lüks arabalar kullanan ve lüks içinde yaşayan sendika yöneticisinin asgari ücretli işçiyi savunması ne kadar gerçekçi olacaktır?
Türk-İş´in olsun, diğer sendikalar olsun genel kurul delegeleri ile işçiler arasında, şube delegelerinin seçimi, sendika genel merkez delegelerinin seçimi olmak üzere en az “üç barikat” vardır. Ve bu barikatlardan da ancak genel merkezle yakın ilişki içindeki işçiler geçebilmektedir. Yani burada ne işçilerin iradesinden ne de işçi demokrasisinden bahsedilebilir.
İşçiler için nasıl sendika gereklidir; ya da işçiler nasıl sendika istiyor.
Sendika yöneticileri ile işçiler arasındaki maaş ve gelir farkının en aza indirilmesini ve asgari ücretin katlarına bağlanmasını...
Sendikanın gelir-giderlerinin şeffaf, işçiler tarafından görünür olmasını...
TİS´lerin işçiler tarafından tartışılarak oluşturulması, TİS masasındaki görüşmelerin temsilcileri vasıtasıyla işçilere yansıtılması, patronların tavrına karşı işçilerin tavrının da masaya getirilmesi, işçilerin onaylamadığı TİS´in imzalanmaması, bugün mücadeleci sendikacılığın “Bize nasıl sendikalar lazım?” sorusunun yanıtı olarak görülebilir.
Bu gün var olan bürokratik sendika yapısı ile bu sayılan işçi taleplerinin karşılanmasının mümkün gözükmediğini yılların deneyleriyle bilinçli işçiler görmektedir. Bu bürokratik yapı içerisinde iyi sendikacı, sınıftan yana sendikacı seçelim işçilere önderlik etsin anlayışı da geçmiş deneylerle boşa çıkmıştır. Geçmişte mücadele veren işçilere önderlik eden Petrol İş, Tüm Tis, Hava İş sendikalarının başında mücadeleci sendika başkanları vardı; şimdi o sendikalara baktığımızda o sendikacılar gittikten sonra o günkü mücadeleyi göremiyoruz. Mücadele işçilere mal olmamış, yani kurumsallaşmamıştır. Bu bakımdan işçiler önce devrimi kendi sendikalarında yapmalı ve bu bürokratik yapıyı değiştirmelidirler. Bunun yolunun da daha önceki yazılarımda detaylarını verdiğim gibi delegelik sisteminin kaldırılıp bütün yetkilerin doğrudan işçilerin seçtiği işçi temsilcilerine verilmesinden geçmektedir. Profesyonel sendikacılık ortadan kaldırılmalı yerine işçilerin kolay denetleyebileceği işçi temsilcileri meclisi yönetim seçmede yetkili olmalıdır.