Fakat sınıflara bölünmüş bir toplumda bütün sınıfların aynı talepler ve aynı program etrafında toparlanması, aynı çıkarlar temelinde lider peşinde sürüklenmesi kısa sürede mümkün olsa da uzun süre sürdürülmesi pek mümkün olamamaktadır.
Kapitalist demokrasi, paraya dayalı bir sistem olduğundan, ancak parası olanların, ya da parası olanların desteklediği kişilerin politika yapmasına olanak tanır. Bunun işçilerin, sendikaların birleşip kendi temsilcilerini parlamentoya gönderdikleri istisnaları olabilir. Ama böyle seçilen temsilciler de kapitalist sistemin hukuk ve ekonomi kurallarına uygun davranmak zorundadır. ‘Peki, o zaman seçim yapmasalar olmaz mı?´ sorusu akla gelebilir. Ama bu durumda sistemin adına demokrasi diyemeyeceklerdir. Yani görüntüyü kurtarmak adına seçimler yapılmaktadır.
Şimdi bu gerçekler doğrultusundan bakılınca kitlelerin çok büyük bir kesimi, yani ülke nüfusunun yüzde doksanından fazlası işçi ve emekçilerden oluşuyor. Peki, bu durumda bir politikacı sadece burjuva çıkarları savunarak oy alabilir mi? Ya da aldığı oy parlamentoya girmesine yeterli olur mu? Örneğin; “bütün kredi musluklarını işverenlere açacağım; onlara vergi muafiyetleri getireceğim; kamuya ait ne kadar taşınmaz varsa işverenlere ya da yandaşlarıma ucuza satacağım; sendikalaşmayı, grevi engelleyeceğim; bana karşı çıkanları zindanlara atacağım” vb vaatlerle seçim meydanlarına çıkıp oy isteyebilir mi? Elbette ki hayır.
İşte bu mümkün olmadığından burjuva politikacılar, seçim meydanlarında ya da seçim konuşmalarında başka, uygulamada başka türlü davranmak zorunda kalmaktadırlar.
Şimdi bu açıdan Cumhurbaşkanı adayı T. Erdoğan´ın seçim propagandasına baktığımızda Erdoğan eğer Başkan seçilirse “daha çok demokrasi, daha çok özgürlük” vaat ediyor. Peki, aynı Erdoğan, basın-yayın ve örgütlenme hakkı isteyenleri “hain”; barış isteyenleri “terör yandaşı”, ilan ederek zindanlara attırmadı mı? “Çocuklar ölmesin” diyen anne, terörist ilan edilip zindana atılmadı mı? Sendikalaşma isteyen, hakları için grev yapan işçiler, akademik özgürlük isteyen akademisyenler, sendika hakkı isteyen kamu emekçileri AKP iktidarında işten atılmadı mı? Altı milyon oy almış bir partinin liderini ve milletvekillerini zindana atılmadı mı? O zaman bütün bunları yapanların daha çok demokrasi ve özgürlük vaatleri inandırıcı olabilir mi?
Ama bu vaatlerin tek başına inandırıcı olmadığını bildikleri için seçim rüşvetleriyle oy avına mecbur kalmaktadırlar. Gençler, emekliler, kadınlar, taşeron işçiler, işsizler, tarımsal gıda üreticileriyle hayvancılık yapanlar şimdi seçim rüşvetleriyle aldatılmaya ve kendi politikalarına yedeklenmeye çalışılıyor. “Koyun dağıtma”, “öğrenci affı” ve “emeklilere ikramiye” ilanı bu kapsamdaki ilk rüşvet adımlarıdır. Başbakan Yıldırım´ın kürsülerden ilan ettiği miktar 24 milyar lira. Bu miktarı dağıtacaklar ve seçimleri alabilirlerse eğer, hemen ardından birbirini izleyecek ‘zam yağmur´uyla boşalan hazine havuzu doldurulmaya çalışılacak.
Peki, kendi sınıf sendikalarını oluşturamamış; kendi partilerinde birleşememiş işçi ve emekçiler, bu durumda ne yapmalı? İşçi ve emekçiler kendi iradeleriyle durumu değiştiremediklerinden ortaya çıkan durumu değerlendirip kendi taleplerinin hiç olmazsa bir kısmını gerçekleştirebildikleri, yani TİS, sendikalaşma, grev, gösteri vb taleplerini özgürce savunabildikleri bir ortamı sağlayacak aday ve partilere oy vermeyi tercih edeceklerdir. Oy vermeyenlerin oranı eğer seçimlerin iptalini gerektirecek kadar çok değilse boykotun mevcut iktidarın işine yarayacağının bilinmesi gerekir. Bu gün için seçimleri iptal ettirecek bir oran belirlenmiş değildir.