Leman GÖÇMEN


Cerrah Selver

Eskiden doktorlar sadece saraylarda ve konaklarda yaşarmış.


Eskiden doktorlar sadece saraylarda ve konaklarda yaşarmış. Padişahları, asilzadeleri, şehzade ve prensesleri tedavi ederlermiş. Şimdilerde kırsal kesim dediğimiz yerlerde yaşayan yani benim de doğduğum yerlerde olanlar da hasta olduğu zaman köylerde bu işleri bilenler, otlardan yapılan ilaçlarla veya yorganların altına saklayıp terleterek hastanın  ateşini düşürür, iyi etmeye çalışırlarmış.

C errah Selver´in öyküsünü o kadar çok dinlemişimdir ki, gecenin bir yarısında kavgada, döğüşte, silahla, bıçakla yararlananlar için bile atlarla dağ yollarından gelerek cerrah Selver´i alır, yaralılarını tedavi ettirir, geri getirirlermiş. O zaman birkaç gün evde kalır, dağlardan topladığı otlardan ilaçlar yaparmış. Gavur Dağları dediğimiz Amanoslarda günlerce dolaşır, eve gelmediği günler olurmuş. Kurşun yarasını kendi imkanlarıyla iyileştirdiğini, içerde kalmış kurşunu bile çıkardığı hikayelerini duymuşumdur.

Ben henüz 5-6 yaşımdayken anneannemin teyzesi olan cerrah Selver´in çocukları da aynı köydeydi. Fakat ne yazık ki, çocuklarından hiçbiri bu işle ilgilenmemişler. Anneannem de bildiği kadarıyla ufak tefek tedavileri yapar, hatta köyün ebeliğini bile üstlenmişti. Benim ve kızkardeşim Güner´in ebesiydi.

Hatta benim teyzeme de cerrah Selver´in adı verilmiştir.

Yıl kaçtır bilemiyorum. 1937 senesine kadar Osmaniye´ye 30 kilometre olan köyümüze küçük at arabalarının bile gideceği yol yoktu. O tarihte Osmaniye´ye bir hastanenin yapıldığını köy halkı duymuş. Aralarında, ‘hükümetten beklemeyelim, biz Osmaniye´ye hiç olmazsa at arabasının gidebileceği bir yol yapalım´ demişler. İmece usuluyle nöbetleşe köyün genç erkekleri yolu yapmaya başlamışlar. O yolları at olmadan da yürümeyi kadınlı erkekli o kadar benimsemişler ki, yol yapımında çalışanlara öğlen yemeği götürebilmek için her hane bir gün yemek yapmış, genç kızlar, kadınlar bu yemekleri yol yapımındakilere ulaştırmış.

Benim hatırladığım -herkesin evinde tahta araba yoktu- dayımın 2 tane atı vardı. Akşamları herhangi ailelerinden birinden, “Süleyman, ağır bir hastamız var. Yarın Osmaniye´ye götürür müsün?” diye ricaya gelirlerdi. Dayıcığım erkenden kalkar, atları koşar; önce hastaları Osmaniye´ye yetiştirir, ondan sonra tarlada ne işi varsa işine döner. Tabi ne telefon, ne haberleşme imkânı olduğundan, hastanın durumu için dayım tekrar Osmaniye´ye gidermiş. Hastayı doktoru yatırırsa bırakır, değilse hastayı alır köye dönermiş.

Ben, annem ve kardeşlerimi 1938´de, ilhaktan sonra babacığım bizi almaya geldi. Yine aynı tahta arabaya bindik, o köylülerin yaptığı yoldan Toprakkale´ye kadar geldik. Ama benim çocuk aklım, geride bıraktığım en acısı anneannemdeydi. Annem genç kadın olarak her işle meşgul olduğumdan, anneannem hep benimle ilgilenirdi. O kadar engin bir sevgi şefkat görmüştüm ki, hala o günlerdeki sevginin özlemiyle yaşıyorum. Ortalama 2 yıl hiç gidemedik. İstediğim zaman ‘köye gideceğiz´ diye annem beni avuturdu. Bir de o devri yaşayanlar çok iyi bilirler; telgraf diye bir iletişim aracı vardı. Babama, “Döne hatun çok hasta, sizleri çağırıyor” diye telgraf gelmiş. Sabah uyandığımızda annem ağlayarak bir bohçanın içine birkaç parça giyecek koyup İstasyona gittik. Osmaniye´ye trenle gittik, oradan da hastaneye faytonla geldik. Anneanneciğimin simsiyah saçları terli alnına düşmüş, beti bezgin solmuş yatıyordu. Önce kızı olan anneme değil, bana sarılmıştı. O halde bana sarılarak, ‘kuzum kuzum nasılsın´ demişti. O gece Osmaniye´de akrabalarda kaldığımızı hatırlıyorum. Aynı günde veda edip ayrıldık. Ancak anneannemin, “Selver teyzen olsaydı beni de iyi ederdi” dediğini hatırlıyorum.

Bir döndükten 2-3 gün sonra anneannemin ölüm haberi gelmiş, ama bana söylememişlerdi. İlkokula başlamıştım. Ne zaman köye gidelim desem annem, “Kızım okulun var. Bitsin öyle gideriz” derdi. Şimdilerde o yolların hepsine taksiler gidiyor. Bazen, o zaman yaşayan insanların ne kadar tevekküllü ve kanaatkâr olduklarını acı acı anlıyorum.

Son zamanlarda köylerdeki otlardan tedavi uygulaması yapanların çoğaldığını duyuyorum ve de çok seviniyorum. Ben emekli olup sağlık karnemi aldığım zaman 10 yıl hiç doktora gitmedim. Ihlamur, karabiber, adaçayı, süt ile evde yapılmış buğday nişastasından üzerine tereyağı dökülmüş bir bulamaç yapardık. Bu kışın evimizin birinci ilacıydı. Anneciğime takılırdık, “Sen cerrah Server misin?” diye. Hala Antakya´da, buralarda kırık çıkıktan anlayan pek çok insan var. Ve de bunlar çok başarılılar. Ben kendi adıma çocuklarımda ve kendimizde olan kırık çıkıklarda bunlara gitmişimdir. Doktorlara saygım sonsuz, ancak İbn-i sina´dan bugüne kadar tababetin doğada olduğu bir gerçektir.

1938´de İskenderun´a geldiğimizde Fransızların bırakıp gittiği hastane çok güzel çalışıyordu. Tabi Türk doktorlar yerleştirilmişti. Serbest çalışan da bir Ermeni doktor, yıllar yılı burada hizmet veren benim de tifoya yakalandığımda tedavimi yürüten İrfan Kayra ve Antakyalı Talak Civelekoğlu vardı. Sanırım Talat Civelekoğlu nisaniyeciydi. Yalnız Anadolu´nun her yerinde ne böyle doktorlar ne de hastaneler vardı. Her yıl gazetelerde ‘kar yolları kapattı, hastalar, doğum yapacaklar köylerde mahsur kaldı´ diye okuruz. Belki bugün bile hastalarını diledikleri zaman doktora götürme imkânı olmayan yerler vardır. Demek ki oralara da birer cerrah Server gibi kadınlar veya erkekler lazımdır. Ve mutlaka da vardır. İşin bir de garip tarafı eskiden belki para yoktu, bu işi yapanlar köyün mahsulünden mısır,buğday pamuk, hatta fıstık, bal… çiftçinin gönlünden ne koparsa alırlar, evin zahiresini tamamlarlardı. Ben sanıyorum ki, hala yol sıkıntısı çeken köylerimizde bu uygulamalar vardır.

Unutmadan söyleyeyim. Yine sağlıkla ilgili. Ben 18 yaşıma kadar 3 yıl bir başağrısı çektim. Babam, bunun için Adana´ya doktora götürmüştü. O zaman burada bir Tekel Müdürü vardı. Bize doğal bir yöntem önerdi. Bir teneke içine dayanılacak sıcaklıkta suyun içine ayaklarını koyup üzerine bir battaniye örtülecek. Korkunç bir ter boşanır vücuttan. Müzmin soğuk algınlığının tedavisiymiş. Onların ailesi Yugoslav göçmeniydi. Harp yıllarında uyguladıkları bu bilgiyi de buraya taşımışlardı. Bir çok dostuma da bunu önerdim, ben bundan çok fayda görmüştüm.

Hepsi nur içinde yatsın.

Bize bu hizmetleri verenlere rahmetler salıyorum.

Hoşçakalın diyorum.