Halit KATKAT


CHP´de sağ sol tartışması ve sağ-sol kavramları üzerine

Halit Katkat




İndependent Türkçe gazetesinde yayınlanan habere göre: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 16 Ocak´ta Ahmet Hoca Enstitüsü adı altında bir araya gelen muhafazakâr ‘aydınlarla´ buluşuyor ve Kılıçdaroğlu´nun bu görüşmede ´´Sağ ve sol kavramlarına karşıyım' dediği öne sürülüyor.
Kılıçdaroğlu, bu konudaki gerekçesini de şöyle açıklıyor: 21´inci yüzyılın sorunlarını 18´in yüzyıl kavramlarıyla mı çözeceğiz? Nedir sağcılığın, solculuğun kriterleri? Diye soruyor ve sorduğu soruları yine kendisi yanıtlıyor.
Solcular kamu adına çalışır. Sağcılar kamu adına çalışmıyor mu? Solcular fakire yardım eder. Sağcılar fakire yardım etmiyor mu?
Dolayısıyla bizim 18´inci yüzyıl kavramlarına hapsedilmiş bir siyasetle Türkiye´yi aydınlığa çıkarmamız mümkün değil. Yeni kavramlar üretmeliyiz. Diyor ama nedir bu yeni kavramlar, onu açıklamıyor.
Kılıçdaroğlu, düz bir mantıkla solcuları fakire yardım edenler, kamu adına çalışanlar olarak tanımlayınca arkasından “bunları sağcılar da yapıyor” sonucuna ulaşıyor. Böylece politik olarak sağ ve sol kavramlarını böyle tanımlayınca kendi açısından haklı bir noktaya geldiğini sanıyor.
Kılıçdaroğlu´nun bu açıklamasına aynı partiden, hukukçu İlhan Cihaner tepki gösteriyor ve Ayrıca sağ- sol kalmadı kavramını yalnızca bizimkiler kullanıyor. Sağ partilerde sağ-sol kalmadı diyen yok' diyen Cihaner, 'Geçmişlerinden ve savundukları değerlerinden övünüyorlar ve bunları savunarak oy toplamaya çalışıyorlar. Bizde ise birilerinin solun savunduğu değerleri göz ardı edip bir de ´Sağ-sol ayrımına karşıyım. Bunlar 18´inci yüzyılın kavramları´ demesi gizli bir sağcılığa işaret eder' yorumunu yapıyor.
Sağ ve sol kavramlarının sınırlarının muğlak olduğu bir yana CHP´nin Ecevit döneminden beri kendini sol diye tarif edenlerle ilişkileri pek samimi olmamıştır. Ecevit sol partilerle ittifak yapmazdı, onlara yanaşmazdı. Gerekçesini soranlara da “biz sağ partilerin tabanına sıkışmış sosyal demokratlara talibiz” diyerek ‘sağ´ görüşlü seçmene göz kırpardı. Ecevit TBMM´de yemim töreninde Merve Kavakçının türbanına karşı çıkmıştı. Ama ondan sonra Genel Başkanlık yapan Baykal, sağ partilerin dini referanslarla oy aldıklarını görüp, kara çarşaflılara CHP rozeti takarak basına poz vermişti. Bunun benzerini Kılıçdaroğlu da türbanlılara rozet takarak yaptı. Bir de sağ aydınlarla buluşuyor. Bu şovlarla oy alacaklarını zannettiler ama hiçbir zaman da oylarını artırmada bu şovların yararını göremediler. Yanlış anlaşılmasın, çarşaf giyen, türban takan bireylerin herhangi bir partiye üye olması ya da oy vermesi elbette yadırganacak bir şey değildir. Ama bunu basın ve kamuoyu önünde şov yaparak açıklamak kendisini laik olarak tanımlayan ve tüzüğünde laikliği ilke olarak kabul eden bir parti yönetiminin yapması en hafif deyimiyle tutarsızlıktır. İlkelerinden taviz veren parti hangi görüşte olursa olsun kitlelere güven vermez. Kitlelerin gözünde güven kazanmak için tutarlılık önemli bir yer tutar. Özellikle de CHP´nin tabanı için.
Bu şekilde sağ-sol tanımının muğlaklığı bir kere daha ortaya çıkmış oldu. Sol kavramını ister emekten yana ister yoksuldan yana ister devrimden yana, neden yana tarif ederseniz edin politik olarak net bir tanım olmaz. “Sağ-Sol” tanımı, emek-sermaye, işçi-işveren, sömüren-sömürülen tanımları gibi net bir kavram olmadığından işçi ve emekçiler arasında kafa karışıklığına neden olmaktadır. Sağ-sol kavramları içinde işçiyi, emekçiyi, işvereni, ulusalcıyı, siyasal dinciyi birlikte barındırır. Kuş örneği verilir; denir ki kuşlar iki kanatla uçar, bir kanadı olmayan kuş uçamaz. Buradan da ülke yönetiminin ve dolayısıyla mevcut sistemin bu uzlaşır mekanizma tarafından yönetilmesi insanlara makul gibi görünür. Bir defa sağ iktidara gelir bir defa sol; böylece sömürü sistemi devam eder gider. Halbuki ilerici- gerici, emek-sermaye, işçi sınıfı-burjuvazi kavramlarında açıkça uzlaşmaz zıtlık ve netlik vardır. Birincisinde işçi ve işverenin uzlaşırlığı ve sömürünün devamı anlaşılır, ikincisinde emek- sermaye uzlaşmazlığı anlaşılır. Emek-sermaye uzlaşısı, emek sömürüsünün devam etmesi, ettirilmesi anlamına gelir. Aynı zamanda sermaye sisteminde sömürüye karşı olması gereken emekçilere bu işleyiş kendilerinin değişmez kaderiymiş gibi gelir.

Her ne kadar Kılıçdaroğlu bu kavramların 18. Yüz yıla ait kavramlar olduğunu iddia ediyor. Bunu sadece o söylemiyor, kendini ‘solcu´, ‘aydın´ diye tanımlayan birçok kişi de söylüyor. Ama bilimsel olan şudur ki; çağın içindeki çelişkiler bitmeden o kavramların raf ömrü bitmez. Yani 18. Yüzyıldaki emek sermaye uzlaşmazlığı bugün de varsa, ki olmadığını kimse söyleyemez, o zaman emek-sermaye, işçi- patron, kapitalist- sosyalist, sağ-sol kavramları da var olacaktır.
Dünya sistemi açısından da sermaye tarafındaki sağ politikanın çıkmaza girdiği açıktır. Uluslararası sermayenin metropol ülkelerde ve bağımlı ülkelerde otoriter yönetimleri işbaşına getirmesi ya da yeni yönetim şekli arayışına girmesi boşuna değildir. Artık emperyalist üretim ilişkileri çağını doldurmuştur. Bu üretim ilişkileri üretim güçlerinin önünde engel olmaya başlamıştır. Yukarıda söz konusu olan ve çağı değiştirecek olan emek-sermeye çelişkisinin çözüm anahtarı işçi sınıfındadır. Emperyalist aşamaya gelmiş kapitalist sermaye bu düğümü çözemez. Ama sorun şurdadır ki işçi ve emekçiler bu süresini doldurmuş üretim ilişkilerini kaldırıp yerine yeni üretim ilişkilerini koyacak kadar güçlü örgütlenmelere sahip değillerdir.