Meral Tabakoğlu TOKSOY


COĞRAFYA KADER MİDİR?

Meral Tabakoğlu TOKSOY


İbn Haldun’a mal edilmiş olan “Coğrafya kaderdir” sözüne biat etmek işimize geliyor olabilir. Aslına bakarsanız bu söz ilk olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1945 yılında yayınlanan bir yazısında karşımıza çıkıyor. Konumuz, sözün sahibini araştırmak değil. (O ayrı bir yazı konusu olabilir) Bu konu üzerindeki düşünceler ikiye ayrılmış haldeyken, coğrafyamız bizi ne kadar etkiliyor, düşüncelerimiz, bakış açımız, zevklerimiz ve yaşam tarzımız, yaşadığımız yere göre mi şekilleniyor? 
Kişiliğimizin gelişiminde ve geleceğimizi şekillendirmemizde, yaşadığımız coğrafyanın ve sahip olduğumuz ailenin etkisini inkâr edemesek de insanlar yaş aldıkça, okudukça, dünyayı tanıdıkça, coğrafyanın etkinliği minimuma inebilir. Aynı şekilde devlet mekanizması, bilim yolunda, doğal kaynakları ve insan gücünü akıllıca kullandığında da coğrafyanın kader üzerindeki olumsuz etkisinin büyük ölçüde ortadan kalkabildiği görülmüştür. 
Bilindiği üzere bölgemiz de ülkemiz de deprem kuşağında yer alıyor ama deprem üstesinden gelinmeyecek bir afet değil. Daha önceki bir yazımda Japonya örneğini vermiştim. Tüm dünyanın bu konudaki başarılarına övgüler dizdiği, yılda 1500 depremin üstesinden gelen bir ülke…
“Coğrafya kaderdir” diyerek onun arkasına saklanmayı değil, bilimin ışığında mücadele ederken, coğrafyanın kader olmadığını tüm dünyaya göstermiştir…


***
                     KALIPLARIMIZDAN SIYRILAMAZ MIYIZ?
Monotonluktan sıkılsak da alışkanlıklarımızdan sıyrılmak kolay olmuyor. Yaşadığımız hayatı değiştirme fikri bile genelimizi rahatsız eder. Hayatını dilediğince yaşayanlara için için imrensek de çoğu vakit kendimize bile itiraf etmekten çekiniriz. Kabuğumuzda kendimizi güvende hissederiz belki de.
Çoğumuz bir yerlere giderken rast gelmişizdir. Asfaltın üzerinde sıcağın titreştiği, eyyam-ı bahur bile engel olamaz onlara. Otostop yaparak Dünya’nın bir ucundan çıkıp, adım adım ülkeleri dolaşanlar veya kendi ülkesini tanımak isteyen seyyahlar. Ben o insanların öz güvenine, cesaretine hayran olurken, eşim; böyle gezmenin çok saçma olduğunu düşünür. Bakış açısı olayları farklı yorumlamamıza neden olur. Bir yerde okumuştum, kendini tanımanın en iyi yollarından biri, tek başına yolculuk yapmakmış. Arkadaşlarımızı da bu yolla daha iyi tanıyacağımız gibi.
Gençlik yıllarımda en büyük hayalimin dünyayı gezmek olduğunu söyler/mişim. Zaman ve hayat el ele verince her şeyi unutturabiliyor. Yeğenim hatıra defterine yazmasaydı hiçbir zaman hatırlamayacaktım belki de. Yıllar sonra bir sohbetimizde gündeme geliverdi en büyük hayalim… Soğuk duş etkisi yapmış, kalbim kırılmıştı ve kırgınlığımı bu dizelerle anlatmıştım.
KIRGINIM 
Bir hatıra defterinin 
Sarı yapraklarında
Sararmış umutlarım
Hayallerimi sormuşlar
Dünya’yı gezmekmiş maksadım
Şaşırdım, afalladım
Neden hatırlamıyorum
Dokundu yüreğime
Kırıldım, küstüm kendime
Hayallerimi unutturan
Hayata ve yıllara
Çok kırgınım
Haberiniz olsun…
***
Haberi olan oldu mu bilmiyorum ama zaman ilerledikçe, geçmişteki önceliklerimizi anlamsız bulmaya başlıyoruz. Yani doğru yolu buluyoruz bir bakıma. Kendi isteklerimizi öne almaya başladığımızda, gerçek benliğimizle tanışmaya başlıyoruz. Ölmeden önce yapılacaklar listesinin, ilk maddesi bu olmalı bence. “Kendimize öncelik tanımak!” Ve böylece kalıplarımızdan sıyrılmanın o kadar da güç olmadığını anlıyor, ferahlıyoruz.
Eşim, bu gezginleri yadırgarken, kendi oğlunun da aynı şekilde, farklı yolları arşınlayacağını bilmiyordu henüz. 
Küçük oğlum üniversiteyi bitirdiği yıl, bir grup arkadaşı ile annesinin gençlik hayalini devraldığını bilmeden, sırt çantasını yüklenip, bir aylık Avrupa turuna çıkmıştı bile.
İçinde bulunduğumuz ortam malum. Bizlere sponsor olan anne babamız olmadığı için bu tür gezileri düşünmüyoruz:) 
Bir süre önce oğlumuz sayesinde çadır kampla tanışma fırsatı bulmuştuk.
Bizim nesil yeniliklere kolay alışamıyor. Biraz itelenmeye veya ikna edilmeye ihtiyaç duyabiliyoruz.
İlkin, beraberce birkaç deneyim yaşadıktan sonra, tatilimiz arasına çadır kampı da eklediğimizde, kalıplarımızdan bir kez daha sıyrılıyorduk ve her sıyrılma bizi biraz daha şeffaflaştırıyordu.
Kuralları koyanlar da bozanlar da bizleriz. Eskiden düşündüklerimizle şu anki düşüncelerimiz arasında dağlar kadar fark olabilir. Veya aynı çizgide de olsa düşünemediğimiz kadar cesur davranabiliriz. Yaş aldıkça korkularımızdan, kurallardan, kurtulduğumuzda bize dayatılanı değil doğru bildiğimizi yapmamız kabuğumuzdan tamamen sıyrılıp, nihayet öz benliğimize kavuştuğumuzdandır. 
Evet, zaman alabilir bedeller öderiz ama sonunda kendimizi buluruz ve bu buluşma ne vakit olursa olsun asla geç değildir…