Leman GÖÇMEN


Cumhuriyet Herşeyimizdir

Leman Göçmen


Ben kendimle hesaplaşırken kendime verdiğim bir sıfat vardır; ‘ben bir cumhuriyet kadınıyım´ derim. Ve o zaman içime bir sevinç dolar. Bugüne kadar sosyal, politik, ticari hayatımdaki olguların en güzeli sevili Ata´mızın bütün Anadolu inşasına, özellikle kadınlara bahşettiği özgürlükler. 

Bir milletin rahat edebileceği, rahatça yaşayabileceği, toprağını ekip-biçen, okuyan, sanatını icra eden her bireyi ayrı ayrı düşünüp sonra kendi etrafındaki arkadaşlarıyla olgunlaştırıp bizlere sunmuş ve onun ölümüne kadar çok güzel bir Türkiye olarak varımızla yoğumuzla, bütün vatanseverleriyle birlikte onun izinde yürüyerek bu günlere gelmişiz.
Fakat son yıllarda bayram kutlamalarımızla başlayan, biz Cumhuriyet kuşağının içimize sindiremediğimiz olaylar yaşadık ve hala yaşıyoruz.
95. yılımızı kutluyoruz.
O günleri, Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Sivas´ta kurulan demir çelik, Denizli´de, Malatya´da daha pek çok yerde bez fabrikaları ve hala benim unutamadığım, anneciğimin bizlere bayramlık almaya gittiği Sümerbank´ı hatırlıyoruz.
En güzel basmalar, çiçekli pazenler, siyah okul önlüklerimiz hep oradan alınırdı. Bunun adı da yerli malı kullanalım parolasıyla seve seve alış verişlerimizi yapardık.
Daha sonra Ankara´ya ilk gittiğimde ilk durağımız Gençlik parkı olmuştu. O kadar güzel dizayn edilmişti ki, Gençlik Parkı´nın içini gezmek için yapılan mini tren bütün Türkiye´nin sembolüydü.
Gençlik Parkı´nı gezdiğim zaman şu kanaate varmıştım: Atatürk´ü sevmek için sadece Gençlik Parkını gezmek ve görmek yeterli.
Bu yıl -alışageldiğimiz gibi olmasa da Anıtkabir´den başlayarak gece fener alaylarıyla eskiden 1 gün kutlardık- bir haftaya yakın coşkulu kutlamalar yaşadık. Ben de aralarında olmayı çok isterdim. Gitmiş kadar oldum. Çocuklarım, torunlarım, öğretmen oğlumla ben de sanki oralarda adım adım yanlarındaydım. ‘Ne mutlu Türküm diyene´ dedim.
Ben 40´lı yıllarda iki dönem trampet çalarak bayramlara iştirak etmiştim. Bir arkadaşımla da fotoğrafım vardı. En büyük kusurum fotoğraflarıma sahip çıkamamak olmuştur. Ama hepsini gönlüme yazmışın, sizlerle de zaman zaman paylaşıyorum.
Gençlik Parkı gibi Ankara´nın diğer bir sembolüne gelince… Atatürk Orman Çiftliği de pek çok bahane ile satıldı, içine gazinolar kondu… sadece Ankaralının değil her Ankara´ya gelenin zaman yemek yiyebileceği, dinlenebileceği düşünülerek çok güzel yapılmıştı. Orada gereksiz her yapılanmada, vurulan her bir kazmanın ciğerime saplandığını hissederim. Gün olur devran döner, sular yeniden aktığı mecrasına döner. Ben öyle diliyorum, arzu da ediyorum.
Zaman zaman canlı yayınlara bağlananlara sualler soruluyor. Minicik çocukların bile ‘ben Atatürk´ü çok seviyorum´ demelerine hayranlıkla, içimden geçerek, kendi kendime alkış tutuyorum. Onlara zorla mı söyletiyorlar? Hayır. Bizlerden sonra yetişen kuşaklar olarak Atatürk´e de, Türkiye cumhuriyetine de bağlı, çok güzel bir gençliğin yetiştiğine bu bayramda iyice inandım.
Dünya durdukça, Türkiye Cumhuriyeti baki kaldıkça çok havaalanları yapılabilir. Ama, Cumhuriyetin 95. Yılı Ankara´nın göbeğinde kutlanmalıydı. Atatürk´ün o kıraç topraklara yaptırdığı başkent hepimizin parçasıdır. Ben şahsım adına diyorum ki oradaki açılış programı beni hiç etkilemedi. Benim gönlümdeki yer güzel Ankara´mızdır. Sanki orada yerleşmiş her taş Atatürk´ün elinden çıkmış gibi hissederim. Giden de gidemeyen de gönlünde bayramı Ankara´da kutladı.
Atamızın, İsmet Paşa´nın biz Hataylılar için apayrı, çok yüce, özel; kurtuluşumuz, 17 yıl esaretten sonra anavatana kavuşmamızdaki hizmetlerinden dolayı yerleri ayrıdır. İlhaktan sonra bütün Anadolu´da olduğu gibi Hatay´da da yetişmiş gençleri Atamız bilirkişiler eşliğinde toplayıp Ankara´ya götürüp istidatlarına göre yüksek tahsil yaptırmıştır. Bunu çok uzun yıllar sonra öğrendim. İçlerinde akrabam Hüseyin Atalay da vardır. Yanılıyorsam özür diliyorum av. Hulusi Cerrahoğlu diye de var biliyorum. Bu iki isim gidenlerden sadece iki tanesidir. Keza yurtdışına gönderilen ziraat mühendislerine, gidip orada en güzel şekilde yetişmeleri için burs verdirilmiştir. Ziraat mühendislerinden biri de İskenderun´dan Seniye isimli bir polis kızıydı. Babası burada emekli olmuştu. 50´li yıllardı. Kahve yetiştiriciliği için gönderilmişti. Daha sonra Tarsus´ta deneme üretimi yapılmış, bölgenin kahve üretimine uygun olmadığı kararına varılmıştı.
Velhasıl yeni kurulan bir Türkiye Cumhuriyeti´nde bizlere ne lazımsa yapılmış ve o günün insanına sunulmuştu. Bundan herkes alacağını almış ve bu günlere gelmişiz. O yıllarda hiçbir şey yapılmamış diyenlere birkaç küçük örnek vermek istedim. Benim uzun ömür çizgin bunların hepsinin şahididir. Keşke bunları daha bilimsel, daha bilgili bir birey olarak kaleme alabilseydim. Ve bu kadarla da olsa bazı şeyleri gazeteyi okuyan sevgili okurlarıma sunmakla çok mutlu oldum.
Hoşçakalın.