98 yıldır Cumhuriyetle yürüyoruz.
Bu süreç içerisinde Cumhuriyet yönetimi ne getirdi, ne götürdü, neler yaşanıp, kimlerin idaresinde yönetildi? Karşı çıkanlar, sahiplenenler kimlerdi? Kimsesizlerin kimsesi olabildi mi, yoksa idare edenlerin saltanatlı yaşantısı, ya da karşı devrimle, amaçlarından, ilkelerinden uzaklaştırıldı mı…?
Bu ve benzeri sorular belki ciltler dolusu tarihi bilgileri kapsayan kitaplar olur.
Cumhuriyet yönetimindeki Anadolu coğrafyası, coğrafi bölge olarak belki de dünyanın en sorunlu bölgesidir. Asırlardır Doğu ile Batı arasında köprü rolünü üslenmiş, bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmış, tek tanrılı üç dinin kavşak noktası olmuş bir coğrafyadır. Nil´den Fırat´a kadar olan bölgeyi kaplayan Büyük İsrail´in sınırları, Tevrat´a göre vaat edilmiş topraklardır. Ayrıca Hristiyan dinin yayılması için Anadolu´nun bir çok yeri, Din adamları tarafından örgütlenme yeri olmuştu. İlimizde bulunan Sen Piyer Kilisesi dahil. Haçlı Seferleri, sonraki yıllarda emperyal emellerle bölgenin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin paylaşılma emelleri. Ayrca Türker´in İslam dinini kabulü ile dört yüz yıl gibi bir sürede Halifeliği almalarıyla İslam dinini temsil etmeleri sebebiyle Anadolu coğrafyası geçmişten bu yana başka dinlerin ve milletlerin çekim merkezi konumundadır.
Onun içindir ki acılı bir coğrafyadır. Savaşsız yılları, gözyaşılı günleri hemen hemen olmamıştır.
Üç kıtada ve Anadolu coğrafyasında altı yüz yıl egemenlik süren Osmanlı, son iki yüz yılını hasta yaşamış, 19. yüz yılın sonuna geldiğinde yatalak hasta konumuna düşünce başına karakuş gibi üşüşmüş emperyal güçler. Çaresizlik içinde kıvranan saray ve çevresi teslim etmek zorunda kalmış Anadolu topraklarını.
Anadolu´da kurulan Türk yurdunun kurtuluşu ve rejimi olan Cumhuriyet´in kuruluşu kolay olmamıştır. Başlangıcı Ulusal Kurtuluş savaşıyla başlar. Kuvay-ı Milliye ruhuna dayalı olarak yürütülen ve yeryüzünde örneği görülmemiş zor koşullarda süren savaş sürecinden geçtikten sonra kurulmuş, ezilen, kaynakları sömürülen, sömürülmek istenen ülkelere örnek olmuştur. 23 Nisan 1920´de Büyük Millet Meclisi´nin açılması, 1 Kasım 1922´de Saltanatın kaldırılması, 24 Temmuz 1923´de Lozan´da Sevr´in yırtılp atılmasıyla, 29 Ekim 1923´de devletin adı Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. 1924´de Halifeliğin kaldırılmasıyla Cumhuriyet yönetiminin temelini oluşturan, tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayalı sisteme geçilmiş.
Devletin yönetim sisteminin Cumhuriyet olması, Cumhuriyet rejimi için yeterli miydi? Elbette hayır. Atatürk bunları bildiğinden daha ilk günde kolları sıvamıştı. Cumhuriyet´in ilanında yaptığı konuşmasında, “Türkiye Cumhuriyet´i, mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır” diye yola koyulmuştu. Nüfusu 13 milyon olan Anadolu´da 37 bin köyün okulu, yolu, köprüsü, telefonu yoktu. Doktoru, sağlıkçısı, ilacı olmadığından; trahom, sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo can alıyordu. Sanayisi kurulmamış, tarım ilkel yapılıyordu. Nüfusun büyük kısmı, açlıkla boğuşup, yoksullukla kuçaklaştığından yatağa aç giriliyor, savaşın dumanları tütüyor, acıları ocaklarda yanıyordu.
“Ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasi bağımsızlık yaşanamaz” diyen Atatürk, ekonomi hamlesiyle işe başlamış, İzmir İktisat Kongresi´nde alınan kararlarla, planlı ekonomiye geçerek, karma ekonomiyi ilke edinerek, sanayi yatırımlarına hız vermiş, makinalı tarıma başlamış, topraksız köylülere toprak vererek kalkınmayı köyden başlatıp, köylüyü milletin efendisi bilmişti. Gerek içeride, gereksede dışarıda yapılanlarla Cumhuriyet, Atatürk´ün bir mucizesiydi.
Hatay´ı kurşun atmadan anavatan topraklarına katma bir Cumhuriyet mucizesi değil mi? Dünya savaşırken, ülkeyi savaş dışında tutma Cumhuriyet başarısı değil mi? Emperyalizmin silahlı güçlerinin Kıbrıs´taki soydaşlarımıza zulüm yapıp adadan atmak istemlerine karşı, siyasi irademizin ve silahlı güçlerimizin 1974 yılındaki başarısı bir Cumhuriyet eseri değil mi? İzmir İktisat Kongresiyle planlı karma ekonomiye geçip, sanayi ve tarım alanında yapılan yatırımlarla Cumhuriyet Türkiyesi kalkınıp büyümedi mi?
Cumhuriyet, bir faziletler ve erdemler değeridir. Ümmetlikten, millete, kulluktan birey olmaya geçiştir. Kadınlara tanına haklar Cumhuriyet kazanımıdır.
Cumhuriyet rejimi; din, dil, ırk, mezhep farkı gözetmez.
Çağdaş Türkiye´nin yolunu laik eğitim açmıştır. Gelmiş geçmiş tüm ülke yöneticilerimiz, köyünden kasabasından halkın içinden gelerek, almış olduğu laik eğitim sayesinde bu konumlara gelmiş, Nobel Bilim ödülünü alan, onur duyduğumuz yoksul köylü çocuğu Aziz Sancar başarısını Cumhuriyet eğitimine borçludur.
Cumhuriyetimizin 100 yaşına basmasına iki yıl kaldı. Geriye doğru baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti Atatürk´ün gösterdiği hedeften geride kaldı.
Atatürk Türkiye Cumhuriyet´ini kurduktan sonra arka arkaya yaptığı devrimler ve reformlarla laik bir devlet düzeni kurmayı hedeflemişti. Ne var ki 1950 yılından sonra ülke yöneticileri bazen gizli, bazen açıkca bu yoldan saparak, bu yolda yürümek istemediler. Böylece Cumhuriyet yönetimi için esas olan laiklik ve halkçılık ilkesi boşa çıkarılmış oldu. Yaşanan ekonomik krizler, darbeler, olağanüstü hal yönetimleri, sıkıyönetimler, yaşanan terör olayları ve ülkede yaşanan benzeri olumsuzluklar Cumhuriyetin temel değerlerinden uzaklaşmanın bir ürünüdür.
Hukukun üstünlüğü, insan haklarına dayanmayan laik, demokratik niteliği örselenmiş bir Cumhuriyet Atatürk´ün hedef gösterdiği bir Cumhuriyet olamaz. Ülkemizde yaşanan sorunlar, içinden çıkılamayan bunalımlar ve var olan tehlikeler içi boşaltılmış Cumhuriyet tehlikesidir.