Halit KATKAT


Değişim isteği

Halit KATKAT


Dünyanın gözü bu günlerde Libya´daki çatışmalı ortam, ABD´nin İran üst düzey Generali Kasım´ı terörist eylemle öldürmesi; İran´ın yolcu uçağını düşürmesi gibi olaylarda... Bu olaylar TV kanallarında izleyiciye köpürterek anlatılıyor. Ancak geçen yıla damga vuran ve bu yıla da sarkan halkların bir çok ülkede ayağa kalkması anlatılmıyor; anlatılsa da olaylara ezilen halklar açısından bakılmıyor. Emperyalist tekellerin kuşatmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu eylemler her ülkede farklılıklar gösterse de esas olarak biriken enerjinin ortaya çıkması ve değişim isteğidir.

Lübnan, İran, Endonezya, Ekvator, Haiti, Honduras, Şili, Cezayir; bu ülkeler her ne kadar ayrı kıtalarda ve birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olsalar da, bütün bu ülkelerde halkların ayağa kalkmasının zamanlama olarak bir araya gelmesi tesadüfi değildir. Bu gösteriler her ne kadar emperyalist politikalara bağlı ekonomilerin iflasından kaynaklanıyor olsa da bunun kökeninde siyasi sistemlerin iflasının olduğu da açıktır.
İran´daki protestolar hükumetin akaryakıt fiyatlarında büyük artış yapılacağını ilan etmesinin akabinde başladı ve kısa sürede bir çok kente yayılarak devam etti. Bu olaylarda 200´den fazla kişi öldürüldüğü, 3 bine yakın kişinin yaralandığı ve yüzlerce protestocunun tutuklandığı basına yansıdı. Eylemler süresince protestocular bankaları, dini vakıfları ve devlet kurumlarını hedef alan bir çok yere baskın yaptılar. Burada dünyanın en çok petrol üreten ülkelerin başında gelen bir ülke de insanların petrol zammından ayaklanmasının sorgulanması gerekir. Gerçi ABD´nin petrol ambargosu gerekçe gösterilebilir; ancak bu ambargonun delinebildiğini Rıza Zarrab olayında gördük. Burada protestoların siyasi önderlikten yoksun olması bir iktidar değişikliğine yol açmadı. Şunu da hatırlatmakta yarar var; Şahın devrilmesine yol açan 1979 yılındaki ayaklanmalarda büyük oranda işçi kitlesi yer almasına karşın önderliği mollalara kaptırdı. Ondan sonra da İslam Cumhuriyeti güçlendikçe sendikaları baskı altına aldı ve devlet güdümündeki örgütlere dönüştürdü.
Siyasi değişim ancak doğru siyasi önderlikle mümkün olabilir. Bütün bu olaylarda halk sokağa dökülmekle kendisinin de sonucunu kontrol edemediği bir süreci başlatmış oldu. Kapitalizmin mevcut çelişkileri varlığını korumakla birlikte, emperyalizm aşamasında buna yeni çelişkilerin eklendiğini biliyoruz. Bu çelişkileri ortadan kaldıracak olan tek devrimci gücün de her ne kadar bu gün dağınık, siyasi önderlikten yoksun olsa da işçi sınıfı olduğunu biliyoruz. Onun için yaşamını kapitalizmin sömürü sistemini deşifre ederek işçi sınıfını aydınlatmaya adamış olan Marks 'dünya işçileri birleşin' derken, en devrimci ve kapitalizmi alt etme gücüne sahip tek sınıf olduğunu kast ettiği açıktır. Yoksa 'ey aydınlar birleşin' ya da 'ey dünya yoksulları birleşin' demesi gerekirdi.
Emeğin iktidarını önüne koymuş bir perspektife ve sınıfı kucaklayan bir siyasete sahip önderlikten yoksunluk kitlelerin yollarını karanlıkta el yordamıyla bulmaları zorunluluğunu getiriyor. Kendilerini muhalif olarak gören aydınların yazılarına baktığımızda eleştirileri ve değişim istekleri mevcut sistemin dışına çıkmıyor. Kitlelerin sömürü sisteminden kurtuluşunu ve geleceğin toplumunu özlem haline getirecek yazıları yazanlar yok denecek kadar az. Kitlelere 'uyuyorlar' diyenlerin ve yazanların da kast ettiği iktidar partisine oy verenler oluyor. Sanki muhalefet partisine oy verse işsizlikten, açlıktan kurtulacak; sömürü sistemi değişecek. Sonra hedefi de açık olarak göstermiyorlar yani uyanıp nereye gidecekler.