Müslüm KABADAYI


DEPREM ÇİÇEĞİ OLMAYA ÇAĞIRIYORUM

Müslüm KABADAYI


“Doğa öğretmen midir?” sorusu gereksizdir. O, yasalarını öğrenmek isteyenlere gösterendir. Doğallığı içinde bunu yapar. O zaman sormamız gereken doğru sorular şunlardır: “İnsan, niçin öğrenir? Öğrendiklerini ne ve nasıl yapmalıdır?”

Bu soruları, 6 ve 20 Şubat’ta gerçekleşen deprem üzerinden değerlendirmek istiyorum. Doğada bilişsel öğrenme niteliğini, beyninin nöronlarının işlevleri üzerinden kazanan insan, doğa olaylarını ve toplumsal süreçleri yaşayarak, yaparak ve deneyimleyerek öğrenir. Dolayısıyla Antakya’da yaklaşık 2 bin yıl içinde gerçekleşen depremlerin özelliklerini inceleyenler, ortalama her 120-150 yıl arasında büyük depremlerin meydana geldiğini biliyorlar. Bilimsel çalışmalar ilerledikçe, bunların büyüklüklerini ve şiddetini de öğreniyorlar. Üç zonun birleştiği coğrafyanın kenti olan Antakya’da 1872 depreminden sonra 7 ve üzeri büyüklükte bir depremin meydana gelmediğini bilenler, aradan 150 yıla yakın süre geçtiği için 2021’de Hatay Valiliği ve ilgili kuruluşların katılımıyla büyük bir depremin yakında beklendiğini saptayarak yapılması gerekenlerle ilgili bir dizi kararlar alıyorlar. Bilimsel bir yazı kaleme almadığım için burada ayrıntısına girmiyorum ama konuyla ilgili basına da yansıyan geniş bir literatür olduğunu belirtip soruları yanıtlamaya çalışayım.

Bunları öğrenen insan ne ve nasıl yapar? Bir; öğrendiklerini formüle edip metne dönüştürerek kamuoyuyla paylaşır. İki; ilgili kurum, kuruluş, DKÖ’leri (Demokratik Kitle Örgütleri) göreve çağırır. Üç; bunlardan sorumlu davrananlarla depremin yol açacağı yıkımı en aza indirmek için çalışmaları başlatır. Bu arada toplumun da dikkatini alınması gereken önlemlere, insanların bilinçlendirilmesine çeker. Bunları yaparken basın-yayın organlarını, sosyal medyayı, sokağı, meydanları kullanır. Görevini yapmayanları deşifre edip toplumun ilgili kurum ve kuruluşlar, kişiler üzerinde baskı kurmasını sağlar. Peki, bunlar Hatay’da yapılmış mı?

2018’de Antakya’da yapılan sempozyuma HBB ev sahipliği yapar. Konuyla ilgili meslek örgütlerinin, bilim insanlarının katıldığı sempozyumda katılımcılar, “Hatay ve Çevresinin Deprem Tehlikesi”, “Depreme Dayanıklı Bina Yapımı ve Tasarımı”, “Afet Yönetimi” konularını masaya yatırırlar. 2020’de TMMOB-Hatay Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle “Hatay’ın Depremselliği Sempozyumu” Antakya’da gerçekleştirilir.  2021’de de Hatay Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü, AFAD’la birlikte İl Afet Risk Azaltma Planı hazırlar ve Plan kapsamında 2 de çalıştay yapar. Bunlara dayanarak hazırlanan İl Afet Risk Azaltma Planı’nda Maraş kaynaklı deprem uyarısı yapılır. Ayrıca, “Halk olası bir deprem tehlikesinden habersizdir.” denir.

Şimdi hesaplaşılması gereken soru şu: “Depremden 5 yıl önce başlayıp 3 yıl içinde bu çalıştayları yapan, rapor ve planlar hazırlayan etkili-yetkili kurum ve kuruluşlar, niçin görevlerini yap(a)mamışlardır? “Deprem tehlikesinden habersiz olan halkı” neden aydınlatmamışlardır? Depremin üzerinden 9 ay geçtiği halde, gerek merkezi gerekse yerel yönetimler, bu konuda ikna edici hiçbir açıklama yapmamışlardır. O zaman başa dönüyorum; “İnsan niçin öğrenir?” sorusunun bu noktadaki karşılığı, “Öğrendiğinin gereğini hayata geçir(t)memek için”dir.

Peki, öğrendiğini topluma açıklamak ve gereğini hayata geçirmek için hayatını ortaya koyanlar ne yapar? Vicdanlarına, toplumsal bilinçlerine dayanarak, yılmadan ve bıkmadan gerçekleri dile getirirler. Gerçekler devrimcidir ve bir gün insanın-toplumun yüzleşmesi için tokat gibi onların yüzlerine, doğru olanı vurur. Esas gerçeklere uyanmanın depremi böylece başlar.

6 Şubat, saat 04.20’den beri nöronlarım sorular taşıyor beynime. Yüreğime öfke ve isyan basıyor toplumsal bilincim. Sorular, bilincimi; öfke ve isyan da direncimi besliyor. Yoksa, yakınlarımızın, dostlarımızın, hiç tanımadığımız ama dayanışma duyarlığımızla bildiğimiz tüm kayıplarımızın acısını bir yüreğin taşıması mümkün mü? Bu soru üzerine düşünürken aklıma “deprem çiçeği” geldi. Halk arasında “küstüm otu”, “dokunma bana çiçeği” de denen ve sıcak iklimi seven bitkinin özelliklerinin çok öğretici olduğunu fark ettim. Tehlikeyi hissedince veya birisi dokununca yapraklarını kapatan, bu nedenle de halkın ona “küstüm çiçeği” dediği bitki, depremin sarsıntılarını ya da yarattığı enerji dalgasını hisseder hissetmez kapanıyormuş. Onun için “deprem çiçeği” adını da almış. İnsanlar bu adı vermiş, demek istemiyorum. O zaman, depremle ilgili görevlerini yapmayanlara bir isyan olarak yapraklarını kapattığı anlaşılmaz.

“Deprem çiçeği” yaz döneminde açar, derler. Asi’nin çocuklarının isyanına, kadim kentleri Antakya’nın gözyaşlarına dayanamayan “Deprem Çiçeği”, 9 aydır Asi’nin kıyı boyunca pembe ve eflatun renkli ponpon çiçeklerini açmaya devam ediyor. Depremden sonra beş kezdir gittiğim Antakya’mızda, çocukluğumda o dönemin yağmacı ve yıkımcılarınca yok edilen Asi üzerindeki Roma Köprüsü’nün ayaklarından bana umut saçıyor. Onu, şairler Ali Yüce’nin Antakya Çarşıları ve Süleyman Okay’ın Mahruk’un Kahvesi adına selamlıyorum. Biliyorum ki benzediği toprağı, peşinden gelen kadim kenti seven herkese umut saçmaya devam ediyor.

Ve eminim ki, o kadim Antakya’ya kıyanlara karşı da dallarından çıkardığı dikenleri fırlatıyor. Kadim Antakya’nın ve toprağa can veren Asi’nin çocuklarını DEPREM ÇİÇEĞİ olmaya çağırıyorum.