Müslüm KABADAYI


DEPREM NEREDE VE YIKIMDAN NASIL KURTULURUZ?

Müslüm KABADAYI


Doğa yasalarını yaşayarak, araştırarak ve deneyleyerek öğrenen insan, bugüne kadar birçok doğal afeti aşarak yaşamını sürdürmeyi başardı. Başarırken, Homo Avustralian Picetus’tan Homo Sapiens’e kadar birçok insan türünün bedeller ödediğini, acılarla yoğrulan kişilik geliştirdiğini biliyoruz. Korku, kaygı, ölümle sevinç, mutluluk, paylaşım ve dayanışma iç içe insanın evriminde hamurunu yoğuran etkenler…

Türkiye coğrafyasının büyük bölümünün deprem bölgesi olduğu biliniyor. Bilimsel çalışmalarla coğrafyamızdaki fayların nerelerden geçtiği, özellikleri de saptanmış durumda. Jeo-fizikçiler başta olmak üzere konuyla ilgili bilim insanlarının yıllardır yaptıkları yayınlara, hazırladıkları raporlara, kamu kuruluşlarını ve halkımızı uyaran konuşmalarına karşın 6 Şubat 2023’te gerçekleşen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler nedeniyle 11 ilimizde büyük yıkım gerçekleşti ve emekçi halkımız acılara boğuldu. Bu ne demektir? Özcesi, paranın saltanatının ülkeyi beton mezarlığına bile isteye dönüştürmesidir. Dolayısıyla fiziki deprem 11 ilimizi kapsayan coğrafyada gerçekleşmiştir ama esas deprem, ipek halıya benzeyen güzelim ülkemizi cehenneme dönüştüren kapitalist düzendir. İdeolojik ve siyasal olarak enkaz altında kalan sermaye düzenidir. 

13,5 milyon insanın yaşadığı deprem bölgesinde gerçekleşen tabloyu sayılarla açıklamanın bizim açımızdan bir önemi yok. Bilimsel çalışmalar için birer veri olan o sayıları da kapsayan gerçeğin betimlenmesi, ülkemizin ve halkımızın geleceği açısından çok çok önemli. Gerçekler devrimcidir ve kendini haber, makale, şiir, öykü, roman, tiyatro, müzik, resim, sinema filmi olarak dile getirir. 1939 Erzincan depremini Nâzım Hikmet’in “Kara Haber” şiirinde şöyle dile getirdiği gibi: 

“Erzincan'da bir kuş var/ Kanadında gümüş yok / Gitti yarim gelmedi / gayrı bunda bir iş yok. / Oy dağlar dağlar, dağlar... / Aldı ellerine kanlı başını / Karın ortasında Erzincan ağlar... / O ağlamasın da kimler ağlasın”

Aradan 84 yıl geçtiği ve bu süreçte Japonya başta olmak üzere deprem coğrafyası olan birçok ülkede kentleşme, yapılaşma vd. alanlarda yapılan bilimsel çalışmalarla depremlerin yıkımları önlendiği halde ülkemiz kan ağlıyor. Doğduğum Hatay coğrafyasının deprem gerçeğinin son iki yüzyılının boyutlarını bir eğitimci olarak araştırıp benim makaleyle ortaya koyduğum ortadayken, bu ülkenin bakanlıklarının, yerel yönetimlerinin bunları bilmemesi mümkün mü? Peki buna karşın, tarım alanı olan ovaları yapılaşmaya açan, fay üzerine kentler kuran, çürük binalara “imar affı”yla izin veren bir yönetim neyin temsilcisidir? Rant ve kârla doğaya ve emekçi halka zarar vermek suçunu işleyen bu yönetim ve yönetme anlayışı sorgulanıp cezalandırılmadan, bilimsel veriler doğrultusunda geleceğin yıkımsız, eşit-özgür yaşanan kentlerini kurmak mümkün mü? Kuşkusuz HAYIR!

Şimdi, deprem bölgesinde yaşayanlar başta olmak üzere bu büyük yıkımın yarattığı acıları dayanışmayla, bilim ve aklın kılavuzluğunda aşmaya çalışan “BÜYÜK İNSANLIK”ın yapması gereken iki temel iş önümüzde duruyor. Birincisi, ülkemizin paranın saltanatından kurtulmasını sağlamak; ikincisi de, yıkılan kentlerimizin binlerce yılda oluşturdukları kültür birikimini bilimsel-planlı bir kalkınma ve eşitlik-özgürlük temelinde üretim-bölüşüm düzeni kurarak ayağa kaldırmak. Edebiyat ve sanatın bugün en önemli işlevi de, ülkemizin ve emekçi halkımızın bir daha enkaz altında kalmamasını sağlayacak bu ayağa kalkışın estetiğini yaratmaktır.