Kemal DÜZ


DİREKTÖR MEHMET ALİ BEY´İN İSKENDERUN GÜNLÜĞÜ

Kemal Düz


Mehmet Ali Bey, 1844 yılında İstanbul´da doğdu. Babası “Halep ve Şam Vilayetleri Kapıkethüdalıği” görevindeydi. Babası Cemil Bey, oğluna özel hocalar tutmuş, Fransızca dahil bilgilerle donatmıştı. Ali Bey, ondört yaşından itibaren, çeşitli memurluklarda bulunmuştur. Sevdiği ve en çok üzerinde eğildiği konular tiyatro ve mizahtı. Diyojen´in eliyle işaret ederek Büyük İskender´e söylediği; “Sen hele güneşten çekil, gölgeni üstüme düşürme; başka bir lütuf ve yardımına ihtiyacım yok” cevabını, “Gölge etme başka ihsan istemem” biçiminde özetlemiştir.

1880´li yıllarda Duyun-ı Umumiye adlı kuruluşun İdarecileri, yabancı ve Türk temsilcilerden meydana gelmişti. Ali Bey, bu kurumun başmüfettişiliğine kadar yükselmişti. Tuzları teftiş etmek için Bağdat´ta son bulan bir geziye çıktı. 1894 yılında Duyun-ı Umumiye´ye önce müşavir, sonra da “direktör” oldu. Bundan sonra “Direktör Ali Bey” olarak anıldı. Ömrünün sonuna kadar direktörlük görevinde bulundu. 1899 yılında öldü.
“Seyahat Jurnalı” Ali Bey´in İstanbul´dan Hindistan´a uzanan üç yıllık gezi notlarını içerir. Buraya İskenderun´la ilgili bölümü aldık.
Ali Bey´in tiyatro eserleri; Ayyar Hamza, Misafiri İstiskal, Kokona Yatıyor, Geveze Berber. Fransızca´dan Paul de Kock´ten ´Evlenmek İster Bir Adam´ı çevirmiştir. Ahmet İhsan Tokgöz ve Ahmet Mithat Efendi ile birlikte, seyahat dalında ilk yazarlardan biridir. Lehçetü´l Hakayık (Hakikatlerin Dili)´den bazı örnekler:
Ecza dükkanı: İçindeki ilaçların faydasını alandan çok satan görür imiş.
Ahlak: Akıl polisi
İkramiye: Züğürt tesellisi
Aferin: Ucuz ihsan
Politika: Çoğu zaman yalan söylemeli, daima vadetmeli, iş becermeli vesselam.
Cilve: İştah açmak için meze
Dost: Bize hizmete(yardıma)hazır zannettiğimiz kişi.
Diken: Gülün bekçisi
Şeytan: Kadınların vefakar dostu
Şimendifer büfesi: Geçen yolculara geçmeyen(kötü, bayat) yiyecek satılan yer
Vefa: Köpeklerin fazileti
Yaş (insanın yaşı): Kadınların saklamaya muktedir oldukları(tek) sır
Aşk: Masdar. İki kişi arasında ki karşılıklı işdeşlik

SEYAHAT JURNALI´NDA İSKENDERUN
İstanbul´dan 1885 Ocak ayında yola çıkan Ali Bey, Midilli, Ayvalık, İzmir, Mersin üzerinden -o zamanlar küçük bir kıyı kasabası olan- İskenderun´a varıyor. İskenderun´u ve buradan Halep´e gidişini şöyle anlatıyor:
“...Vapur arkadaşlarımızdan Mösyö Hançl Haleb´e gidiyordu. Birlikte karaya çıktık. Fakat İskenderun´da hayvan tedariki derdi günün yarısını kaybettirdi. Mecburen o gece orada kalıp ertesi gün seher vakti yola çıkmayı uygun gördük. Vapur burada yirmi dört saat kaldığı için Mısır´a gidecek olan ve dolayısıyla vapurda kalan diğer yol arkadaşımız Mösyö Rot bizimle beraber karaya çıkmıştı. Mösyö Hençl´in ortaklarından ve Alman Konsolosluğuna vekalet eden Mösyö Lüzinger adlı zat hepimizi öğle yemeğine davet etti. İskenderun gibi -otel şöyle dursun- muntazamca bir bakkal dükkanı bile bulunmayan yerde çekinip nazlanmaya lüzum görmeyerek Mösyö Lüzinger´in misafirsever davetini teşekkürle kabul ettik. İskenderun mühim, büyük ve tabi bir limandır. Memleket her ne kadar kaymakamlık merkezi ise de çevresi bataklık ve dolayısıyla havası ağır olduğundan, genişleyememiş küçük bir kasaba halindedir. Bununla beraber birkaç vilayetin deniz yolu olduğundan ticari ehemmiyeti vardır.
Mösyö Lüzinger´in ikram ettiği öğle yemeğinden sonra Mösyö Rot ile beraber memleketi görmek üzere dolaşmaya çıktık. Deniz kenarında düzlük bir yerde yüklerini indirip istirahat etmekte bulunan bir katar deve görerek Mösyö Rut´a: “Hiç deveye bindiniz mi? diye sordum. “ Hayır binmedim, pek arzu ederim.” Deveci müsaade etse de şunların birine binsem” dedi. Kendisi Türkçe bilmediği için ben tercümanlık ettim. Türkmen deveci kabul etti ve Mösyö Rotu yerde yatan semerli develerin birine bindirdi. Mösyö Rot gayet kısa boylu bir adamdı. Karaya çıkarken başına uzun silindir şapka giymişti. Şu kıyafette bir Avrupalının deve üzerinde görünüşü tuhaf bir manzara teşkil ediyordu. Ben gülerek ona bakmakta iken, devenin ayağa kalktığı sırada, Mösyö Rot´un şapkasının bir tarafa kendisinin bir tarafa yuvarlandığını gördüm. Meğer semerin önündeki topaca tutunmamış imiş. Bulunduğumuz yer kumluk olduğu için hiç bir yeri incinmeden kalktı. Bu kazadan gözü yılıp, düşmemek için nasıl tutunması lazım geleceğini deveciden öğrendikten sonra, tekrar, yatan develerden birine bindi. Ve deveci onu, devenin yularından tutarak biraz gezdirdi.
Ondan sonra, memlekette görecek şey ve gezecek yer olmadığından, Mösyö Rot´un daveti üzerine akşam vapura dönerek akşam yemeğini birlikte yedik. Gece kendisine ve kaptana vedadan sonra İskenderun´a gelerek Düyun-ı Umumiye dairesinde geceledim.
Şubatın yedinci Perşembe günü seher vakti beygirlere binerek Mösyö Hençl ile beraber İskenderun´dan hareket ve öyle vakti Belen´e vardık. Orada kahvaltı ettikten sonra yolumuza devamla akşam üstü Kırıkhan dedikleri yere geldik. Gece yol mühendisi Markoviç adında bir zatın barakasında misafir olduk. İskenderun ile Halep arasındaki şosa yol henüz yapılıyordu. İskenderun´dan buraya kadarı tamamlanmış olduğundan gayet rahat geldik. Şubat´ın sekizinci Cuma sabahı Kırıkhan´dan hareketle Amîk Ovası´nı geçtik. Buradan ileri şosa olmadığı için mekkareci bizi kestirme yollardan götürüyordu. Büyük kısmı bataklık olan Amîk Ovası´nı büyük zorluklarla geçtik. Sonra taşlık bir yere düştük. Buralardan bin bir zahmetle yol alıp gece saat iki(alaturka) Termanin köyünde bir eve misafir olduk. Şubatın dokuzuncu Cumartesi sabahı Termanin´den kalkarak altı saatte Haleb´edik.”..
(Kaynak: Lehçetü´l Hakayık, Ali Bey, Tercüman 1001 Temel Eser, Hazırlayan Şemsettin Kutlu)