Mustafa AKYÜREK


DR. KİMBLE VİRÜSE KARŞI

Mustafa AKYÜREK


Gözle görülmez, elle tutulmaz bir virüs dolaşıyor aramızda.

Hatta bunun cansız olduğu da söyleniyor…

O ağırlığa gelmez, ölçü tutmaz mikrop ne menem bir şey?

Teknoloji, iletişim, nano, yapay zeka…Bunların hiçbiri işe yaramadı.

Kelli felli ABD´nin bile ölüm kusan silahları namlulularını başaşağı çevirmiş durumda. Anlaşılan ‘Silah Çağı´ çaresizlik nöbeti geçiriyor.

Bunun üzerine Richard Kimble ansızın akla geliyor ve siyah-beyaz perde aralanıyor.

Tıklama düğmeleri, renk ve çözünürlük işe yaramayınca ilkel kabul edilen yöntemlere başvuruluyor…

Asık suratlı bilim adamları 60-70 yıl öncesine dönüp siyah-beyaz kareleri incelemeye başlıyorlar…Kütüphanelerin tozlu raflarında bulunan ansiklopedi, kitap, harita, bobin v.b ne varsa bir bir incelenip raporlar tutuluyor.

Yalnızca bir kitabın sararmış sayfalarında ‘KAÇAK´ adlı bir dizinin öyküsüne rastlanıyor. Bu öykünün serim bölümünde Dr. Kimble´nin suçlandığı bir cinayetin yılan hikayesi anlatılıyor. O da gerçek katili bulmak içn yollara düşüyor; orada burada gizleniyor, gerçek virüsün peşinde olduğunu bile bile araştırmalarına devam ediyor…

70´lerin edasıyla, beyazın saflığı ve siyahın heybetiyle dile geliyor:

Ah, zavallılar! Bir gün kapımı çalacağınızı, nasıl, ne şekilde bir görünmezin kıskıvrak yakalanabilileceğini biliyordum. Çünkü, virüs aramızda.

 Örneğin, benim kaçaklığım bir mahkeme salonunda başladı, ilkin. Cübbeli yargıçların, savcıların ve FBI ajanlarının düzmece raporları beni ‘KAÇAK´ yollara sürükledi.

Sizin görüşlerime başvuracağınızı biliyorum bilmesine de bunca renk, bunca tuş ve çözünürlüğün işe yaramayacağını siyah- beyaz ‘Seyir Defteri´ne yazdığımı ve buna el sürmeyeceğini biliyordum.    Dediğim gibi, virüs aramızda…Onu yakalamak için el sürün toprağa, dokunun ağaca. Kulaç atın denizlerde, avuçlayın güneşi. Kırın namluları, gömün toprağa barut soylu ne varsa.

Doğal yaşayın, doğal! Biliyor musunuz, yanımda yalnız kirli beyaz trençkotum, tozlu ayakkabılarım ve traşlı temiz yüzüm kaldı. Verin elime kağıt kalemi, düşeyim yollara. Varayım beyaz kandilli evlere, yakalayım nemli mahzenlerde görünmez virüsü.

Bu arada çek defterleriniz, - bağışlayın yanlış söyledim  kartlarınız cebinizde, akıllı telefonlarınız ellerinizde.

Et, süt, yumurta, yalnızca bir tıklama ötenizde.

Hatta; yaz geliyor, mayolar, bikiniler, tişörtler paket paket. Açın kapıyı, kurye geliyor. Para işlemez, çakın imzayı.

Diğer mahallede yığınlar yaşıyor…

Onların da kartları var, televizyonları var. Günboyu ekranlara bakıp bakıp iç geçiriyorlar. Sanal alemde gezinip limiti sıfırlanmış kartlarına göz atamıyorlar.

Sayaç okuyucuları kapı kapı dolaşıp faturaları kapının altına atıyorlar.

Benzer saatler, benzer geceler yaşanıyor. Bunun arkasından gelen sabahlar, yaşanacak sıkıntıları çoğaltacaklar.

Huylu huyundan vazgeçmez…

“Evde Hayat Var” diyeceğinizi ve arkasından yeni sloganlar türeteceğinizi  biliyorum, biliyoruz.

Ama, “Şark Cephesinde Değişen Bir Şey Yok.”

Ne diyelim…

Gün ola devran döne…                        

                                                                                                     30.04.2020

                                                                                                 akyurek1956@hotmail.com