Nurullah ER


GÜNEŞİ ÖZLEMİŞTİK

NURULLAH ER


Bu yıl, kış çok sert geçti.

Aralık ayı ortalarında başlayan soğuk günleri, Mart sonuna kadar devam etti.

Enginlere yağmur, yükseklere kar göz açtırmadı. Kardan yollar kapandı, evlerden çıkılmaz hal aldı, okullar tatil edildi. Çalışanlar evden çalışmalara katıldı. Yağmur, sel, fırtına, ayaz soğuğu ülkeyi boydan boya kuşattı. Cemre haftaları, Nevruz günleri bile kışın ateşini söndürmeye yetmedi.

Yıllar sonrası, dört ay boyunca Amanosların tepesi beyazlığını kaybetmedi, soğuğu enginleri yaktı kavurdu.

Kısacası kış, kışlığını yaptı.

Nisanla birlikte bahara girmiş, güneş yüzünü göstermişti. Kır çiçekleri rengarenk desenli el dokuma halılar gibi yeryüzünü süslemiş, ağaçlar yeşile durmuş, eriyen karlar dereleri gümüş beyazlığına doldurmuş, çağlayarak akar olmuştu.

Doğa vefalı, tabiat ana cömerttir. Canlılarını yorduğu kadar, korumasını da bilir. Her mevsimi kendi tadında yaşatır. İşte o, bahardır. Her şeyi baharla başlatır. Bahar yeniden doğuş, hayata tutunuştur. Bunu insan olarak doğada gördüğümüzde içimizde sevinç kaynar. Hangi çiçeğin rengine, hangi yeşilin tonuna imrenmeyiz. O börtü böceğin telaşı, kelebeklerin uçuşu, arıların vızıldayışı ne umutlar çağrıştırır bizlere.

Ne var ki, o umudu, o sadakati insanoğlu birbirine göstermiyor. Kışa girerken başlanan ekonomik kriz katlanarak büyüdü. Bahar gelse de üzerimizden atamadık. Kimseden 1 Nisan şakası duymadım. İnsanların şaka yapmayı bırakın burnundan soluyor, hayat pahalılığından kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Petrole arka arkaya gelen zamlar, doların yükselmesi, elektrik, doğalgaz fiyatlarında artışlar iğneden ipliğe yansımış. Mahalle pazarına gittiğimde, vatandaş tezgahlardaki etiketlere göz ucuyla korkarak bakıyor, gözlerini kırpıştırarak, kaşlarını çatarak almak zorunda kaldığı sebzeyi, meyveyi en azından zorunda kaldığından alıp, eli titreyerek cebinden çıkardığı parayı verip sessizce uzaklaşıyordu. Zaman zaman fiyatların pahalılığını tanıdıklar ayak üstü tepkilerini göstererek konuşuyorlardı. Pazarın orta yerinde birdenbire bir ses yükseldi. “Et yiyemiyorduk. Ot da yiyemez olduk, bunlar bu insanları açlıktan gebertecekler” diyerek yüksek sesle tepki veriyordu.

İnsanın yaşamını sürdürebilmesini sağlayan beslenme, giyinme barınma ihtiyaçları yaşamın zorunlu giderleridir. Vatandaşlarımız, bunları pahalılıktan elde edemiyorsa yoksuldur, açtır. Doğal güzelliği, yer altı ve yer üstü zenginliği olan ülkemizde insanlara böylesi bir yaşamı layık görmek haksızlık ve adaletsizliktir.

Baharı özlemiş olduğumuz kadar, mutluluğu, refahı, sağlıklı yaşamayı da özlemiştik. Ne var ki kalbi karakış kaplı olanlar yaşatmıyor öylesi güzellikleri yıllardır. Müsebbibi belki de günü kurtarma telaşında olan, işsizlerin, yoksulların, emeklilerin duygularını sömürerek, evlerine bırakılan kömür torbalarında, gıda kolilerinde mi diye düşünmeden edemiyor insan.

Açlık ve yokluğu yaşayanlar kadar onu bilen olmaz. Ama yetmiyor! Goethe´nin dediği gibi; “Bilmek yeterli değil, uygulamak gerekir; istemek yeterli değil, yapmak gerekir.”