Müslüm KABADAYI


HALK MÜZİĞİ VE DERLEMECİLİK ÜZERİNE

İnsanın doğadan yansıma seslerle dil ve müziği ortak geliştirdiği söylenebilir.


             İnsanın doğadan yansıma seslerle dil ve müziği ortak geliştirdiği söylenebilir. Doğadaki ses çıkarma özelliği olan nesneleri zamanla düzenli seslere dönüştürerek ezgi dünyasını zenginleştiren insan, halk aşamasına geçtiği ortamla birlikte halk müziğini de oluşturmaya başlamıştır.

             İnsan duygularını en derinden kavrayan ve insanı büyüleme gücü yüksek olan sanat müziktir. Müzikle insana ait çatışma, gerilim, huzur, neşe, itaat, aşk, tahayyül, hiddet, huzursuzluk, isyan, çılgınlık, hırs gibi duygular arasında ilişkiler vardır. Müzik, bireyi psikolojik bakımdan yönlendirmekte, eğitmekte ve disipline etmektedir.

Kalp ve nabız atışımızla nefesimiz, belirli bir ritme olan beden mekanizmamızın ritmik işleyişine bağlıdır. Nefes, ses gibidir. Söze ve kelimeye benzer. İster içimizde, isterse dışımızda alınsın, her nefes bir sestir ve bu ses, müziğin ta kendisidir. Yani insan, sürekli olarak bir müzik dünyasının içinde nefes alıp vermektedir. İşitme yeteneği kazanıldığından itibaren yaşama giren müzik, ana karnında, kucağında, beşikte, evde, sokakta, okulda, taşıt araçlarında, radyo- televizyonlarda, sinemalarda, tiyatrolarda, konser salonlarında, tören ve toplantılarda insanın yanı başında yer alır, onu kucaklar, sarar, etkiler. Doğduğu çevrede müzikle etkileşim içinde olan birey, müzikle ilgili olarak birtakım davranışlar kazanır. Bu davranışların başlıcaları şunlardır: Dinleme, benzetme, oynama, mırıldanma, söyleme, tıngırdatma, çalma, yaratma, eleştirme, beğenme, beğenmeme. Bunlarla bağıntılı olarak insan, müzikle uyuma, müzikle oynama, müzikle yürüme, müzikle dinlenme, müzikle eğlenme, müzikle öğrenme, müzikle çalışma, müzikle anlaşma, müzikle kendini aşma gibi daha kapsamlı biçimde yaşamı biçimlendirir.

Halk da, yaşadığı coğrafyanın özelliklerine göre müzik kültürünü geliştirir. Halk müziğini besleyen doğa güzellikleri, üretim biçimleri, göçler, savaşlar, törenler gibi temel unsurlar biçim değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. Bu anlamda her halkın farklı sözcüklerle ifade ettiği bu müziğe Anadolu coğrafyasında türkü denmektedir. 11.-12. yüzyıllarda Araplar, Türklere özgü müzik anlamında “Türki” demişlerdir.

Yeri gelmişken, “halk şiiri” kavramına karşı çıkan Ruhi Su´nun türkülere yaklaşımını da dile getirmekte yarar görüyorum.  “Türkü daha düşünülürken, kurulurken bir ezgiyle, bir ezgi için düşünülür kurulur. Müziğin gereği olarak birtakım ek sözcükler ve ünlemler alır. Bütünlüğü ancak böyle oluşan bir söz sanatıdır.

Bir Karadeniz türküsünü alalım:

 

O vay beni ağlarım

Ağlarım yana yana

Derdimi diyeceğim

Hiç derdi olmayana

 

Bu türkünün ezgi ile söylenişi de şöyle:

 

O vay beni ağlarım

Aman Alim

Ağlarım yana yana

Haydi haydi

Ağlarım yana yana

Derdimi diyeceğim

Aman Alim

Hiç derdi olmayana

Haydi haydi

Hiç derdi olmayana

 

Ezgi içinde ortaya çıkan bir isimle türkü, özel bir anlam kazanıveriyor. Haydi ezgiyi bırakalım, bu ek sözcükler bırakılabilir mi? Belki de türküyü türkü yapan, bu ek sözcükler ve ünlemlerdir. Öğretimde, türküleri ezgileri ile birlikte vermenin olanakları da var şimdi.”

Gerçekten de bu konu, edebiyat tarihçileri ve edebiyat eğitimi bakımından da üzerinde durulmayı hak ediyor. Kavramlaştırma bakımından halk edebiyatıyla halk müziğinin ilişkisi çerçevesinde işlenmesi gereken bir alana denk geliyor.

M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Thales´in, 'Halkların türkülerini yaratanlar kanunları yapanlardan daha güçlüdür.' biçiminde söylediği ve 16. Yüzyılda William Shakespeare tarafından “Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”  biçiminde dile getirdiği üzere, halkın yaratıcılığının ön güzel örneklerini teşkil eden türküler, aslında halk müziğinin de temelini oluşturur.

Yasalardan daha güçlü, gerçekçi ve işlevselliği olan türkülerin biçimlendiği iş-çalışma ortamı, eğlence mekanları, düğün-dernekler, köy odaları, meclisler gibi yöresel müzik ortamları çok önemlidir. Ozanlar ve yöresel icracıların ürünlerini ortaya koyabilmeleri için son derece önemli fırsatlar yaratan bu tür ortamlarda yeni hikâyeler, türküler ve destanlar öğrenilerek ezgi ve söz dağarcığı tazelenir. Türk Müziği´nin ana unsurlarından biri olan usta-çırak ilişkisi de böyle meclislerde kurulur. Yöresel türkülerden sözleri akılda kalıcı olanlar ve müziği de eski bilinenlere benzeyen eserler kuşkusuz daha çok ün yapar. Solistler arasında da yöresel eğlence tarzına göre ya iyi uzun hava okuyanlar ya da kalabalığı oynatıp coşturanlar en çok sevilir. Yöresel müzik ortamlarına, Kahramanmaraş ve Gavurdağı yöresindeki Türkmen Düğünleri, Ordu Geleneksel Altın Fındık Şenliği, Ankara´da her yıl düzenlenen Elazığ Yöresi Kürsübaşı Eğlenceleri örnek olarak verilebilir.

Yöresel ve dinsel ortamlarda oluşan ve dillenen türküler genellikle oluştuğu ortamın zevkine göre şekillenmiş oldukları için farklı kültürel ortamlarda yaygınlaşmaları oldukça güçtür. Bu ezgiler bir nevi işlenmemiş cevher gibidirler. Yerel karakterde oluşan, söz,  çalım ve solo icra açısından son derece ham durumdaki bu ezgilerin anonim hale gelebilmesi için ait olduğu alandan derlenerek ana kültürün genel müzik kalıplarıyla uyumlu hale getirilmesi gerekir. Derleme aşaması türkülerin kalıcılığı, doğru biçimde aktarılarak icra edilmesi açısından son derece hassas bir süreçtir. Bilimsel anlamda derleme, iyi bir halk müziği ve genel anlamda folklor araştırmacılığı deneyimini, kullanılan dil ve ağız özelliklerine yönelik yeterli bir yazınsal alt yapı, buna bağlı olarak da yöre müziğini ortaya çıkaran kültürel unsurların analitik bilgisini gerektirir. Derlemecilik, sanatsal olmanın öncesinde bir halk bilimsel etkinliktir.

Türkiye´de halk müziğini derleme konusu, ne yazık ki kimi zaman hiç de usulüne uygun yapılamamıştır. Derlemeyi seven ama yeterince bilgili olmayan kimi aceleci kişiler, eserlerdeki bir kısım yöresel üslup içeren detayları atlamışlar, anlayamadıkları kimi unsurları yok saymışlar, daha da ileri giderek gerçekte bir yörede olmayan bir kısım eserleri o yöreye mal etmişlerdir. İki Keklik adlı meşhur ezginin Elazığ mı yoksa Balıkesir´e mi ait olduğu tartışması, Balkan göçmenlerinden alınan kimi türkülerin, muhacirlerin yoğun olarak yaşadığı Eskişehir, Hatay, Bursa yörelerinde gösterilmesi, bu duruma örnektir. Bazı kötü niyetli kişilerse, namını yürütmek ve başka kişisel çıkarları uğruna kültürümüzün pek hassas unsurlarını istismar ederek kimi yörelerdeki bozulmaya çanak tutmuşlardır. Bu sorumsuz kişilerden bazıları, halk ozanları veya yöre sanatçılarından öğrendikleri birtakım eserleri anonim olması gerekirken kendine ait bir beste çalışması gibi sunarak bunlardan rant sağlamıştır. Bazen de kimi besteler yöre türküsü gibi sunulup anonim türkü repertuarına karıştırılmıştır. Bu nedenle son yıllarda kişisel ve kurumsal düzeyde birçok dava gündeme gelmiştir.

Ülkemizde, halk müziği derlemeciliğinin, yukarıda dile getirdiğimiz sorunları aşabilmesi için Ali Fuat Aydın´ın önerileri şöyledir:

 

Derlemecide, temel derleme tekniklerine ilişkin bilgilerin yanında:

• Yüzeysel olmayan, geniş müzik bilgisi,

• Çok iyi bir işitme dolayısıyla çok iyi notalama ve solfej becerisi,

• Derleme yapacağı yörenin melodik ve ritmik özellikleri hakkında bilgisi,

• Eser yorumu yapabilecek şekilde GTHM tür ve biçim bilgisi,

• Derlediği ezgilerin daha önce derlenip derlenmediğini, derlendiyse hangi yayınlarda yer aldığını bilecek kadar repertuar ve bibliyografya bilgisi,

• Edisyon-kritik bilgi ve becerisi,

• Geleneksel Türk Halk Edebiyatı bilgisi bulunması gerekir.

 

“Ön çalışma”, “saha (alan) çalışması”, “analiz (çözümleme)”, “değerlendirme” olarak dört aşamadan oluşan derleme çalışmalarının,  Türkiye´de kimler ve hangi kuruluşlar tarafından yapıldığına baktığımızda şunları görürüz:

 

İstanbul da 1916 yılında “Darül Elhan”  (belediye konservatuarı) kuruluşu ile ilk derleme çalışmaları burada başlar. Dört araştırma gezisi düzenlenir. Derlenen 850 Türkü 14 defter halinde yayınlanır. Dört aşamada gerçekleştirilen bu derlemelerin kayıtları halen Milli Kütüphane´de ve Devlet Konservatuarı´nda mevcuttur.

Yusuf Ziya, Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim, Muhittin Sadık, Ferruh Arsunar´ın katılımıyla gerçekleştirilen derleme çalışmaları şöyledir:

 1-Adana, Gaziantep,  Urfa, Niğde, Kayseri ve Sivas´tan derlemeler: 1926 Temmuz sonunda başlayıp 51 gün devam etmiştir 250 Parça derlenmiştir. Milli Kütüphane de ve Devlet Konservatuarında mevcuttur.

2-Konya, Ereğli, Karaman, Alaşehir, Manisa, Ödemiş ve Aydın´dan derlemeler: 1927 Temmuz´unda başlayıp 35 gün sürmüştür 250 parça derlenmiştir.

3-İnebolu, Kastamonu, Çankırı, Ankara, Eskişehir, Kütahya ve Bursa´dan derlemeler: 1928 yılında, 200 parça derlenmiştir.

4-Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan, Erzurum, Sinop ve Giresun´dan derlemeler: 1929 yılının 15 Ağustos -17 Eylül arasında 300 parça derlenmiştir.

Daha sonra 1936 yılında Ankara´da Devlet Konservatuarı kurulur burada da 1937 Yılından başlayarak geniş bir derleme çalışmasına başlanır. Aralıklarla 1957 yılına kadar süren bu derleme çalışmalarında toplam 10.000 civarında ezgi derlenir. Bu derleme çalışmalarına katılanların bazıları;

Ferit Anlar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Muzaffer Sarısözen´dir.

Halen bu derlemeler Devlet Konservatuarı´nda mum plaklar halinde mevcuttur.

1950´li yıllarla başlayan ulusal halk müziği anlayışı, TRT Yurttan Sesler Topluluğu´nun radyo yayımları, büyük kentlere yerleşmiş olan yöresel üslupla okuyan kimi yerel müzisyenlerin sahne ve albüm çalışmaları, halk ozanlarına ulusal kurumlarımızca o dönemde gösterilen duyarlılık sayesinde toplumun geneline ulaşabilme olanağı bulmuştur. Öte yandan Ruhi Su ve Ferruh Arsunar gibi entelektüellerin bireysel çabaları da toplumun kentli aydın orta sınıfının halk müziğine duyarlılığını artırmıştır. Bu arada 1954´te kapatılmış olmalarına karşın Köy Enstitüleri de farklı yörelerden türkülerin herkesçe tanınıp yaygınlaştırılması adına önemli faydalar sağlamıştır. Örneğin Muzaffer Sarısözen´in Hatay´da yaptığı derlemelerde Şenköy´den yetişmiş Köy Enstitülü öğretmenlerin yardımcı oldukları bilinmektedir.

Anadolu Halk Ezgileri´nin Cumhuriyet Dönemi´ndeki anonimleşme süreci bu şekilde oluşmuştur. Ezgilerin toplumun farklı kesimlerine yayılmasıyla birlikte yöresel icralar genelleşerek alındığı yöre dışındaki türkü meraklıları tarafından da sevilir olmuştur. Radyo dinleyicisine hitap eden Yurttan Sesler programları ile büyük kentlerdeki orta sınıfın eğlence anlayışına yön veren gazino kültürü,  1990´lı yıllara kadar halk müziğinin yaygınlaşması sürecinde birlikte rol oynamışlardır. Türküler kadar onları seslendiren solistler de ün yapmışlar, hatta bu sayede kimi eserler yöresi ve müzikalitesinden çok öncelikle icracılarıyla öne çıkmışlardır. Neriman Tüfekçi´nin okuduğu “Kışlalar Doldu Bugün”, Ahmet Sezgin´in okuduğu “Bir Of Çeksem Karşıki Dağlar Yıkılır”, Bedia Akartürk´ün okuduğu “Bir Çift Turna Gördüm Durur Dallarda”, Mükerrem Kemertaş´ın okuduğu “Huma Kuşu”, Özay Gönlüm´ün okuduğu “Denizlinin Horozları” bunlar arasında akla ilk gelen örneklerdir. Bu dönemin icracıları Halk Müziğimizin yöreden merkeze taşınmasının birer sembolü olmuşlardır.

Müzik literatürümüze “66 Kuşağı” olarak geçen bir sonraki kuşak halk müziği sanatçıları da, başlatılan türkü derleme ve icra etme sürecine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ümit Tokcan, Mehmet Özbek, Recep Kaymak, İzzet Altınmeşe, Mehmet Erenler gibi güçlü icracıların yer aldığı bu nesil, usta-çırak kültürünü TRT ve diğer genel halk müziği ortamlarına taşımışlardır. Erkek seslerinin halk müziğindeki yeri bu kuşak tarafından oluşturulmuş, ses kullanımı, genel ortamlarda yöresel tavır gibi konularda bugün bile dikkatle takip edilen bir ekol yaratmışlardır. Halk müziği icracıları arasında belirleyici bir unsur olan ve “radyo ağzı”, “gazino ağzı” olarak kayda geçmiş olan terimler de bu kuşakla özdeşleştirilmiştir. Aynı dönemdeki çalgısal icra ise daha çok Nida Tüfekçi´nin öncülüğüyle biçimlenmiştir. Bağlama ailesinin başat saz olarak kullanılıp diğer sazların renk saz olarak nitelendirildiği bu anlayış, halk müziğimizin gelişim sürecine uzun yıllar olumlu ve olumsuz unsurlarıyla damgasını vurmuştur.

Halk müziği derlemeciliğine naçizane benim de katkım oldu. 1989´da annem Ganime Kabadayı´dan derlediğim 10 türkü, TRT kaynaklarına girdi ve bunlardan üçü değerlendirmeye alındı. Bunun dışında Hatay´da kına geceleri söylenen üç yakıyı, Folklor ve Edebiyat Dergisi´nde yayımlayarak kayıtlara girmesini sağladım. Türkçe, Arapça ve Ermenice söylenen bu yakılar, folklorik açıdan da değerlendirilmeyi hak eden özelliktedir.

Yeri gelmişken, Anadolu´daki halk müziğinde dikkat çeken bir konuya da değinmek isterim. Bu coğrafyanın kavimler kavşağı olması ve sürekli savaşlar, işgaller nedeniyle büyük acıların yaşanması nedeniyle olsa gerek, ağıtlar da halk müziğinde önemli yer tutmaktadır. Halk oyunlarının müziği bakımından da üzerinde durulması gereken konu ise, bu ağıtların müziği icra edildiğinde halay çekilmesi veya oyun oynanmasıdır.  Örneğin, annem Ganime Kabadayı´dan derlediğim “Şebeler” parçası, üç gencin ölümü üzerine yakılmış bir ağıttır. “Ah şebeler vah şebeler şebeler / Üç güzel var da nerdeler nerdeler” diye nakaratı olan bu ağıtı söylerken annem, kendine özgü figürlerle canlandırdığı bir oyun da oynardı.  Ondan derlediğim türküler başta olmak üzere Hatay Yayladağı yöresine özgü başka türkülerin sözlerini, Her Yönüyle Kışlak kitabımda yayınlayarak, konunun uzmanlarının bilgisine sundum. Bu türkülerin sözlerine bakıldığında bazılarının nakaratlarının Arapça olduğu görülmektedir. Finnenler tarafından icra edilen bazı Arap halk müziği parçalarında geçen nakaratlara çok benzediği,  “Mili ya serme mili”, “Ayn yabu ayni hindiye” gibi sözlerden anlaşılmaktadır. Bu da göstermektedir ki Anadolu coğrafyasında yaşayan etnik topluluklar, birbirlerinden doğal biçimde etkilenmişlerdir. Önemli olan, bazı derlemeci ve icracıların yaptıkları bozma-değiştirme gibi yanlış yollara başvurulmamasıdır. Özgün biçimine sadık kalınmasıdır.

Anadolu müziğinin derlemeciliğinde Gomidas Vartabed başta olmak üzere başka halklardan araştırmacılar da önemli rol oynamışlardır. Hangi niyet ve amaçlarla bu çalışmaların yapıldığına dair ideolojik ve siyasi bakımdan farklı değerlendirmeler olmakla birlikte halk müziği üzerine yapılanların büyük çoğunluğu, derlemenin bilimsel ölçütlerinden uzak, daha çok saptama düzeyindedir. Yukarıda dile getirmeye çalıştığımız derlemeler ya da saptamaların, nasıl ve ne ölçüde müzik biliminin ölçütlerine göre değerlendirildiği sorusu da, başlı başına değerlendirilmeyi hak eden bir konudur. Bu çerçevede Türkiye´de “beşlises” üzerinden çoksesli halk müziği çalışmalarının niteliği konusu da müzikbilimciler tarafından tartışılmaya devam etmektedir.

Son olarak, Anadolu müziğinde çok önemli yer tutan türkülerin bugünü ve geleceği üzerine de kafa yormak gerektiği kanısındayım. Geleneksel halk müziğimizin, nüfusu büyük oranda kentleşen Türkiye´de aynı formatlarda sürdürülmesi bir yana, bu konuda yapılan yeni icraların niteliğinin de sürekli konunun uzmanları tarafından eleştiriye tabi tutulması gerekmektedir. Açık söylemek gerekirse, ülkemizde üniversitelerde müzik bölümleri çoğalmak, akademik çalışmalar yoğunlaşmakla birlikte merkezi bir bilimsel kurullaşmaya gidilmediği için ciddi sıkıntılar kendini hissettirmektedir.

Günümüzde türkülerin durumuyla ilgili ilginç bir değerlendirmeyi yapan Yrd. Doç. Dr. Engin Topuzkanamış, türküyü ortaya çıkaran sosyal şartların günümüzde olmadığını, türkü üretiminin sona erdiğini, artık sadece icrasının geliştirildiğini belirtmektedir. Bu başlı başına bir tartışma konusudur ve konunun uzmanlarının dikkatine sunulur.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

1.            Ali Fuat Aydın, Geleneksel Türk Halk Müziğinde Derleme Teknikleri, http://www.turkuler.com/yazi/GTHMdt.asp

2.            Kubilay Kolukırık, Osmanlı Devleti´nde İlk Resmî Konservatuvar Olan Dârülelhanda Derleme ve YayımFaaliyetleri,http://www.selcuk.edu.tr/Dosyalar/Files/5823/21%20kubilay%20koluk%C4%B1r%C4%B1k.Pdf

3.            Ruhi Su, Halk Türkülerinin Şiirle İlişkisi ve Derlenmesi,

http://www.turkishmusicportal.org/tr/makaleler/halk-turkulerinin-siirle-iliskisi-ve-derlenmesi

4.            http://omrummuzik.blogcu.com/turk-halk-muziginde-derleme-calismalari/1009593

5.            Müslüm Kabadayı, Hatay´da Kına Gecesi Söylenen Üç Yakı, Folklor ve Edebiyat Dergisi, S: 20, Ankara, 1999

6.            Müslüm Kabadayı, Her Yönüyle Kışlak, Alter Yayınları, Ankara, 2013

7.            Engin Topuzkanamış, 'Türkü Üretimi Bitti, İcrasını Geliştiriyoruz', https://www.sondakika.com/haber/haber-turku-uretimi-bitti-icrasini-gelistiriyoruz-9399370/