Leman GÖÇMEN


Halkevlerimiz

Arada bir eski fotoğrafları karıştırır hatıralarımı tazelerim. ´46 ila ´49 yılları arasında Halkevleri´nin en güzel hizmet yıllarıydı.


Oradaki kütüphane, tiyatro sahnesi, havuzlu bahçesi, sahile bakan çok güzel dizayn edilmiş çiçek bahçesiyle cıvıl cıvıl, mutlu bir gençliğin kaynaştığı bir yerdi.

Düğünlerimizi orada yapardık. Dikiş nakış kursları açılırdı. Allah rahmet etsin beni ortaokul yerine özel dikiş hocası tutarak dikiş nakış öğrenmemi istemişti annem babam. Öğretmenim Safinaz Karabey, Kilis´ten İskenderun´a gelin gelmiş, çok güzel, yüksek terbiyeli, işinin ehli bir kadındı. Yanılmıyorsam o dönemde eşinin rahatsızlığı dolayısıyla bazı maddi sorunları da vardı. Ama bunu hiç birimize hissettirmez, özel aldığım derslerde ve Halkevi´nde açılan dikiş nakış kursunda ne bana ne oradaki arkadaşlarımıza hissettirmezdi. Ne yazık ki çok genç yaşta iki çocuğu ile İstanbul yolunda bir trafik kazasında onu kaybetmiştik.

O yıllardaki kurs dönemimize dönüyorum. Pek çok da fotoğraflar çektirmiştik. Özellikle bir kış genç evli hanımlar da vardı aramızda. 1947 yılıydı. Bin hevesle sergimizi hazırlamıştık. O arada da şipşakçı fotoğrafçılar günün her saatinde Atatürk Bulvarında dolaşırlardı. Bu fotoğraflardan bazılarını sizlerle de paylaşmak isterdim. Ancak küçük ve siyah-beyaz fotoğraflar. Yüzler bile seçilmiyor. Bu yüzden o fotoğrafları, siyah beyaz resimlerin çok revaçta olduğu dönemde küçük bir sergiyle güzel İskenderun´umuzun zenginliklerinden biri olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. İnşallah sağlık sorunlarımdan fırsat bulduğum günlerde bunu hayata geçireceğim.

O yıllarda İsmet Ay ve Hülya Ay isimli iki tiyatro sanatçımız Halkevi´nde tiyatro etkinlikleri yapılmak üzere Devlet Tiyatroları´nca İskenderun´da görevlendirilmişlerdi. Bu tarih dediğim gibi 49´dan da evvel başlamıştı. Zira ben ilkokul üçüncü sınıfındayken o tiyatro sahnesinde 3 perdelik bir oyunda çiçek isimleriyle bir oyun sahneledik. Şebboy, sümbül ve lale isimlerinin yer aldığı oyun için 3 kız arkadaşımızla, yine nur içinde yatsın, o zamanki sınıf öğretmenimiz Ömer Faruk Yılmaz, -burada milli eğitim müdürlüğü yapmış ve buradan emekli olmuş bir öğretmenimizdi- bizi çalıştırdı. Bütün gün okula gittiğimizden her gün okul çıkışımızda oyunu çalışırdık.
Çok yıllar oldu, 1943-44´lü yıllar… şu anda oynayan arkadaşlarımın adını da hatırlayamıyorum. Hala Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan Halkevi´mizin o sahnesinde oyunumuzu oynamıştık. Kardeşlerim küçük olduğundan annem bile gelip beni seyredememişti. Ama babacığım, erkenden gelmiş, en ön sıraya oturmuştu. Bizi çalıştıranların arasında hanım öğretmenlerimiz de vardı. Bir gün çalışırken öğretmenlerimizden biri “Hocam o 3 perdenin arasına müzik koyalım” dediler. Faruk bey de “Leman´ın sesi güzel, bize bir şarkı söylesin” dedi. O yıllarda Saadettin Kaynak´ın Arap filmleri için yaptığı şarkılar çok meşhurdu: Yad eller aldı beni/ Taşlara çaldı beni/ Yardan ayırdı felek/ Taşlara çaldı beni.

Beni çağırır çağırmaz sahneye koştum, bu şarkıyı söylemeye başladım. Bitirdiğim zaman öğretmenlerimin şaşkın ve mutlu bakışlarını hala gururla hatırlarım. Ve aralarda bu şarkıyı bana 3 kere söylettiler. “Öğretmenim başka şarkılar da biliyorum” dediysem de “Hayır bunu güzel söylüyorsun” diye hem tiyatroda oynadım, hem de aralarda bu şarkıyı söyledim. Çok uzun bir oyun değildi. En önde oturan babacığımla zaman zaman göz göze geldikçe, onun mutlu bakışları da beni hala mutlu eden olaylar arasında hatıralarımda yer almıştır.

Halkevleri, bir tarihten sonra yerle bir edildi biliyorsunuz. ´53 yılında Kız meslek Lisesi olunca ben de yine oraya moda bölümüne gitmiştim. Hiç bir zaman o güzellik yoktu. Arka bahçe metruk denecek kadar bakımsızdı. Kütüphanesindeki kitapları zemin katın penceresinden içim sızlayarak seyrederdim.
Her ne kadar geriye dönük olanlara üzülmemek lazım denilse de ‘eskisi olmayanın yenisi de olmuyor´. Sevgili Atamızın cumhuriyetin ilk yıllarında başında başlattığı kültür reformu amacına ulaşsa bugün çok ileride bir ülke olarak yerimizi alırdık kanaatindeyim. Zira sanatı olmayan toplumların bir tarafı eksik oluyor.
Güzel bir müzik, sinema, tiyatro… bunlar toplumları birbirine bağlayan unsurlardır. Ben bu yaşımda 5 asır önce yapılan bir besteyi gelmiş geçmiş ozanlarımızın türkülerini, ağıtlarını can kulağı ile dinliyorsam ve yalnız olsam da ellerim acıyıncaya kadar alkışlıyorsam, Tanrının verdiği bir duygu olduğuna inanıyorum.
Bugün Batının Chopen´i, Beethoven´i nerelerde, bizim Dede Efendi´miz, İtri´miz nerelerde! Dilerim ülkemizin üzerindeki çalkantılar biter, mutlu ve müreffeh bir ülke olarak hep beraber türkülerimizi kardeşçe, barış içinde, dünyanın en güzel ve verimli ülkesinde ve şehrinde sulh ve sükun içinde ilelebet yaşarız.
Hoşçakalın.