Müslüm KABADAYI


HANGİ ZAMANDA…

Müslüm Kabadayı


Dijitalleşme, özlem ve derin bellek duygusuyla olgusunu giderek köreltiyor. Her körelme de, bizi  insani gerçekçilikten uzaklaştırıyor. Memleket özleminden tutun da hasretinden prangalar eskittiğimiz sevdalılarımıza, asker yolunu beklemekten çağla eriği dalında yemeye kadar saymakla bitiremeyeceğimiz duygu ve durumları, olguları anılarımızın tozlu sayfalarına terk etmeye başladığımız dijital dönemde, basın-yayın dünyasının da nasıl değişip dönüştüğüne hepimiz tanığız. Aramızda bunun öznesi olan arkadaşlarımız da var.

Sadet Berkyürek dostumuzdan bir whatsapp iletisi alınca, deprem sonrası Hatay ve basın üzerine tekrar düşünme gereksinimi duydum. Şöyleydi ileti: “Önce yasal süreç, ardından bürokratik işlemler derken gazetenin basılı çıkışını 14 Aralık tarihine planlıyoruz. Deprem sonrası ilk basılı yayın için bir yazı vermek ister misiniz?” Yüreğimde ve beynimde bir karmaşa oluştu önce; 34 yıldır tanıdığım ve ne acı ki 6 Şubat depreminde, o büyük yıkımda toprağa verdiğimiz Ayşe Figen-Haluk Arlı dostlarımızın aziz anıları, Sadet ve Akın dostlarımızın gazeteyi yaşatma çabaları, yaşadığım karmaşayı sadeleştirip şu iletiyi göndermeme vesile oldu: “SES’imizin kağıt kokusuyla okura ulaşacağını öğrenmekten mutluluk duydum. Yazı göndereceğim.”

56 yıldır kağıt kokusunu alarak, sayfaları çevirerek okumaya, kağıda yazarak not tutmaya ve her türden metin yazmaya alıştığımdan, çeyrek yüzyıldır bilgisayar ortamını da kullanmama karşın, dijitalleşmeye teslim olmamak için güzel alışkanlıklarımı terk etmemekte direniyorum. Hani yaşlılar hep söyler ya, “Eskisi olmayanın yenisi olmaz.” diye. Bu yazdıklarımın yaşlanmamızla ne kadar ilgisi var bilemiyorum ama insanın edindiği güzellikleri yeninin özüne yedirerek yeşertmesini hep anlamlı bulmuşumdur. Şimdi SES’imizi yeniden okurla buluşturan dostlarımız, bunu başardıkları için çok sevinçliyim. Onları yürekten kutluyorum. Okurların da kağıt üzerinde dolaşan parmaklarına, sütunlarda gezinen gözlerine sağlık diliyorum.  

SES’le tanışmama vesile olan, kendisi de gazetecilikten gelen Kubilay Aksay Ağabey’i saygıyla anarken, 34 yıldır aynı gazetede yazılarımın yayınlandığı, birbirimizi kültürel olarak beslediğimiz Sadullah Çağlar Ağabey’i de selamlıyorum. Onun yeni yayımlanan kitabı için İskenderun Ayna Kültür Sanat Derneği’nde düzenlenen söyleşi ve imza etkinliğine katılamadığım için üzülmüştüm ve şu mesajla düşüncemi paylaşmıştım: “Kentlere anlam katan, o kentin insanlarıdır. İskenderun’a kültür-sanat değeri katan Derneğimiz üyeleri, Hatay’ın canlı hafızası olan Sadullah Çağlar Ağabey’in değerinin farkındadır.” Bu mesajımın devamı olarak şunları Hatay halkının, özellikle genel ve yerel yönetimlerin dikkatine sunmak istiyorum.

James Joyce’nin “Dublinliler” yapıtı için denir ki, “Şayet Dublin yerle bir olursa, bu yapıta bakarak yeniden inşa edilir.” 6 ve 20 Şubat yıkımlarından en büyük payı alan Hatay, özellikle Antakya için bunu düşündüğümüzde Ali Yüce, Ayla Kutlu, Burhan Günel, Sadullah Çağlar, Recep Yıldırım ve benim yazdıklarımızdan (başka birçok şair-yazarın yapıtlarından da) yararlanarak bu kentler yeniden inşa edilemez mi? Hele hele Sadullah Çağlar gibi bu kentlerin hafızası, sineması, tiyatrosu, müziği, kısacası sanat ve edebiyatı olan insanlar henüz hayattayken onlardan niye yararlanılmaz? “YYD” olarak kodladığım “Yağma ve Yıkım Düzeni”nin bir çıktısı olan Türkiye Tasarım Vakfı tarafından yapılan hiçbir toplantıya bu insanlar çağrılmadığı gibi HBB ve diğer belediye yönetimlerinin, ÇŞİDB’nin de böyle bir girişimde bulunmadıklarını biliyoruz. O nedenle gecikmeden bu eksikliğin, hatta yanlışlığın giderilmesi çok önemlidir.

1831’den bu yana gazeteyle tanışan ülkemizin, yaklaşık 150 yıldır matbuatla buluşan Antakya halkının büyük yıkıma karşı dayanışma ve ortak mücadeleyle kadim kentlerimizi ayağa kaldıracağına güveniyorum. Önünde sonunda gerçeklerin devrimci gücü, yağma ve yıkımcıların kurmak istedikleri ucube mekanlara izin vermeyecektir. SES’in bu anlamda Hatay’a katkı sunmasını diliyor, emeği geçen tüm arkadaşlarımızı selamlıyorum.