Mustafa AKYÜREK


HARLI ATEŞ SAYIKLAMALARI

Mustafa AKYÜREK


Nisanın ilk yarısını geçkin rüzgara, fırtınaya bağışladığımız bir günü yaşıyoruz…

İkindiye yol aldığımız bu saatlerde içimizde tanımsız bir daralma var.

Ama, gün sıcak ve durgun. Duru bir aydınlık evleri, caddeleri, ağaçları ve sararmaya yüz tutmuş arpa çiçeklerini ihmal etmemiş.

Kuşlar, günler sonra sıkça ötüyorlar, kumrular pencere kenarında yiyecek arıyorlar.

Ne yazık ki, ajanslar dramatik ve de trajik piyeslerini oynamaya devam edip şom ağızlı maskeler dokumaya devam ediyorlar.

Bu maskelerin çoğu beyaz olsa da aralarında siyah, mor olanları da vardır. Zaten maskenin kendisi bile harlı ateşte pişen ‘Temcit Pilavı´nı ele veriyor.

Kumandanın kırmızı düğmesine dokunduğumuz an karşımıza kelli felli TV çıkıyor.

Spikerlerin sunduğu haber akışları varsa yoksa corid, corona, karantina haberlerini ilk sıraya alıyorlar.

Bilim adamları, siyasetçiler, gazeteciler hararetli tartışmalara giriyorlar…

Gıdaların besleyici, koruyucu değerleri anlatılırken bağışıklık sistemi gündeme geliyor; virüslerden ve buna bağlı hastalıklardan dem vuruluyor.

Çeşni olsun diye boş caddeler, deniz sahilleri, insansız parklar ve çocuk oyun alanları saniyelere sığdırılıyor.

Zaman Babası, teknoloji Anası ve gençlerin iletişim dünyası en ücra alanları kısa sürelerle spot ışıklarını gönderiyorlar göz bebeklerimize.

Hür Dünya, Kral Dünya şaşkın, korkak ve ürkekliğin suyuna banıyor ekmeğini.

Efelenmek denilen şey bu muydu?

Ölüm karşısında kara yazgılı ve de şerbetli Yoksul Dünya, olup bitenlere bakıp bakıp zincirlerin kopan halkalarını sayıyorlar.

Daha karanlık sabahlara uyanacağımızı bile bile zamanı itekliyoruz.

Ya, kaçacak yerimiz, yeriniz?

Yazık ki, francalı ekmeği yiyeliberi ve beyaz somunu arpa ekmeğine katık yaptıktan bu yana iflah olduğumuz söylenemez. Yaylaklarımız, obalarımız murdar; toprağımız çorak. Temmuz sıcağında kuzey rüzgarları esip duruyor.

Harlı bir ateş yanıyor içimizde, ocağımızda. Mavi alazlar dağlıyor, duvarlarımızı.

Dilimize pelesenk olmuş kelimelerle konuşur olduk…

Beyin hücreleri gün be gün eskiyor. Kalp grafiği bozguna uğruyor ve boz akşamlar aynı kostümlerle güneşin batışını seyrediyor.

Gece-gündüz yanan kızgın ateşin üzerindeki temcit pilavı bir türlü soğumuyor.

Sıcak sıcak kaşık sallıyoruz.

Şairin dediği gibi;

“Dönüp dolaşıp aynı şeyleri
konuşuyor gibiyiz bu akşam
ve yüreğimizdeki bir yalım
aralıksız büyütüyor kederi”
(Ahmet Telli)

20.04.2020
akyurek1956@hotmail.com