Kemal DÜZ


Hatay tarihinin kaynakları

Kemal Düz


Feridun Cemal Erkin, “Dışişlerinde 34 Yıl: Anılar-Yorumlar” kitabında, görev yaptığı Beyrut Başkonsolosluğu yıllarını anlatır. Kitabın 1. cildin de; Sancak Sorunu, Antakya Raporu ayrıntılı olarak belgelerle anlatılır.

Kitap, Dörtyol, İskenderun, Antakya´nın genelde Hatay´ın o dönemine ışık tutmaktadır.
Ancak burada Feridun Cemal ile Cevat Açıkalın arasındaki konuşma çok ilginç geldi bana.
Feridun Açıkalın anılarında anlatıyor:
“Durrieuz ile Antakya´da konuşmalarımı kaydeden Halep raporumda, ilhaktan söz ettiğimi okuyan Cevat Açıkalın arkadaşım, aramızdaki eski kardeşlik bağlarına güvenerek memlekete döndüğüm zaman bana Ankara´da: ´Yahu, sen deli misin? İlhak olur mu? Başımıza bela mı açacaksın?´ diye çıkışmıştı. Aynı arkadaş, bir yıl sonra, Yüce Komiser sıfatıyla Antakya´ya gönderilmiş, artık yolu açılmış olan mukadder sonucun elde edilmesi üzerine, memlekete avdetinde, kendisini ‘Hatay Fatihi´ ilan etmekte hiçbir sakınca görmemişti”
Beirut´ta, Hatay´a ilişkin bütün güçlükler, engeller, sıkıntılar ve mücadeleler geçirilip, mutlu ilhak serbestçe açıldıktan sonra, Beirut´ta daha fazla kalmama lüzum görülmeyerek Bakanlıkta bir göreve atanmam, sırf ilhakı önerdiğim için kınamasına maruz kaldığım aynı arkadaşımın benim yerime Yüce Komiser seçilmesini sağlamak için düzenlenmiştir. (...)
“Otoriter bir valinin idaresi altında derhal intibaka geçildi. Bu acelecilik, ilhaktan esasen şikayetçi olan gayri Türkleri büsbütün tedirgin etti. Bugün dahi Hatay´da mevcut olan ters cereyanların altında aynı şikayetlerin uzak, fakat kesin etkisi yatmaktadır.” (sf:109)
Feridun Cemal´in otoriter vali dediği, Ankara Emniyet Genel Müdürü (aynı zamanda Hatay Egemenlik Genel Sekreteri) iken, 11 Temmuz 1939´da Hatay Valiliğine atanan Şükrü Sökmensüer (1890-1978) in, Hatay anılarından seçtiklerimiz:
Hatay´daki Kabristan: Efendim, Hatay´ın merkezi Antakya´ya girerken; takriben 2-3 km. Şehre doğru yolun sağında kamilen kabristan vardı. 300-400 senelik kabristan. Bu lise binasına kadar devam ediyordu. Sonunda da Belediye binası vardı. Belediye binasının yanı gene kabristandı. Sonra vali konağı olan, o zaman Fransızlara merkez olan, binanın tan karşısı gene mezarlıktı. Antakya bu istikamette inkişaf edemiyordu. Mesuliyeti omuzuma aldım, bir gece yüzlerce, binlerce amele topladım. 24 saat zarfında kabristanın taşlarını söktürdüm. Kemikleri toplatıp, torbalara koydurdum. Alakadar olan ailelere teslim ettim. Orasını dümdüz yaptım. Orada yeni, fakat modern bir Antakya doğmuştur. Bunu kimse yapamazdı. Bu cesaret meselesidir.
Kılık - Kıyafet: Diğer bir hatıram da vardır: Hatay´a gittiğim zaman bütün hanımlar peçeli idi. Erkekler fes yerine giymişlerdi ve köylüler Arap kıyafetinde uzun entariler-yere sürüklenerek o entariler- o Arapların tuhaf bir entarileri vardı, öyle geliyorlardı Antakya´ya. Bir gün Emniyet Müdürünü çağırdım.-ki benim sınıf arkadaşımdı 0- dedim ki: Yarın muhtelif köşelere polis ikame edeceksin ve Antakyalı hanımlar geçtikçe kendilerine soracaksın: “Hanımefendi yüzünüzü açın, casus musunuz anlamak istiyorum” eğer hanım tokat vurursa, ses çıkarmayacak polis; ama ısrar edecek, karakola gelin diyecek. Ve muvakkiyetle tatbik ettik bunu. 24 saat sonra bütün hanımlar sevinçle peçelerini kaldırdılar. Türkiye´ye intibak ettiler. O zaman, böyle de güzel bir hatıram vardır.
Amuk (Amik) Gölündeki Baraj: Diğer bir hatıram: Amuk (Amik) gölü. Bu göl sık sık taşıyor, geniş araziyi işgal ediyor ve bundan ziyan ediyor halk. Bu gölü akıtmak lazım geldi. Ve ben Şükrü Kanatlı ile anlaşarak, gölün başına, gölün akıntısını kapıyan baraja gittik. O zaman bu barajın yıkılmaması için o barajdan faydalananlar, İstanbul´da şurdan burdan baskı yaptılar bizim üzerimize. Biz bu baskıyı dinlemedik. Şükrü Kanatlı ile beraber ve istihkam müfrezesi ile dinamitleri ateşleyerek barajı uçurduk. Bu suretle Amuk gölüne ceryan verdik. Bu ceryanla mühim bir saha su altında kalmaktan kurtuldu. Bu da bizim için bir cesaret meselesidir. Çünkü mühim bir şahsiyet alakadardı. O zaman bize bir darbe indirebilirdi o zaman
Kaynak: Tarihe Tanıklık Edenler, Arı İnan, sf: 107