Mustafa AKYÜREK


“HAYAT EVE SIĞAR” MI?

Mustafa AKYÜREK


Hepimiz evdeyiz…

Çoluk-çocuk ve anne-babalar. Belki dedeler, nineler, teyzeler ve amcalar…Bunların yanına zorunlu olarak tutulan diğer yakınlarımız.

Çekirdek aile olalıberi büyüklerimiz uzaklarda. Yakın ıraklarda ise yaşlılarımız, akrabalarımız vardır.

Kısaca, hayatı eve, evlere sığdırdık.

Zaten evcildik; kitap dediğince, akıl erdiğince…

Şimdi evcek yan yanayız, koyun koyunayız. Hatta, göz göze, diz dizeyiz. Zira, yasalar önünde boynumuz kıldan ince, kılıçtan keskin.

Ama, siz bakmayın diz dize deyişime… Neredeyse nefesimizi biribirimizden esirger duruma geldik. Dokunmalar, sarılmalar bir başka bahara kaldı; yeniden kaldığımız yerden hayata başlarsak.

Sanki biz de o bildik virüs yaptığınca evrimleşmiş, mutasyona uğramışız. Demek ki, elleşmemek var hayatta. Kimbilir, daha neler göreceğiz bu tıklama çağında.

Bir kez daha “Hayat Eve Sığar” diyelim. Ne dersiniz?

Biri çıkıp ‘hayır, hayat eve sığmaz´ dediğinde ve arkasından ‘benim tencerem günlük kaynar, ekmeğim suyuna banar´ derse, kim aksini söyleyebilir?
Dayanışma ruhu, yardımlaşma isteği olduğunda ‘Hayat Eve Sığar.´

İnsanların bir köşede ele-güne karşı bir saklı kesesi olduğunda ve ‘Kara Gün Dostu´ şarkıyı şakıdığı zaman ‘Hayat Eve Sığar.´

‘Nesince´ öyküler yaşanmadığında, ‘Ne Yaşar, Ne yaşamaz´ türünden romanların bir dipnot olarak düşüldüğünde ‘Hayat Eve Sığar.´

Evet… ´Hayat Eve Sığar´ beylik lafı ve lugatımıza kazandırdığımız deyimin arkasından sıralanacak ama, keşke, fakat sözleri gelmese…

Hayıflanmalar, pişmanlıklar bir hicran yarası olarak göğsümüzde, alnımızda olmasaydı!

Topraklarımız çoraklaşmasaydı, meralalarımız yok edilmeseydi keşke!

Ve keşke, zaman tüneline girip damlarımızda tavandaki merteklere bakıp bakıp güneşli sabahlara uyansaydık!

Arkasından ‘Hayat Toprak Eve Sığar´ deseydik, diyebilseydik!

Yazık ki, bütün hayıflanmalar yaşanılan çağın çok, ama çok uzağında.

Öğretilmiş çaresizlik buruk ve acı bir tad verirken, arkasından gelen öldürücü baldıran düşünülememiş.

Peki, ya sayıya vurulmamış kaskatı hayatların bıraktıkları tortuya ne demeli?

Bilen bilir… Fikret Otyam yıllar önce Baritan aşiretine gider ve röportaj yapar…

Silik bir çizgi olarak anımsadığım bu çalışma bana günümüze değin sürüp gelen bir kavgayı anımsatır… Kısa-uzun çöp kavgasını…

Röportajın çözüm bölümünde Usta, ‘bu sorun ne zamana kadar sürer?´ diye sorduğunda kişi der ki;

‘Beyim, bu sorun kısa çöp uzun çöpten hakkına alana kadar sürüp gider´ demiş.

Demiş demesine de, bir yandan hayat devam ediyor.

Böylesine bir sarmal döngüde yazık ki, öğretilmiş çaresizlik ‘mektepli´ bir yafta kazanmıştır.

29.03.2020

akyurek1956@hotmail.com