Sadullah ÇAĞLAR


İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 74. Yıldönümü

SADULLAH ÇAĞLAR


İnsanlık tarihinin en büyük yeniliği aydınlanma, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile başladı.

10 Aralık 1948 günü kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile yeni bir döneme girildi. 10 Aralık 1948, 1789 Fransız laik cumhuriyet yeniliğinin de sonucudur. Çok uzun süren mücadelenin bin yıl öncesinde; yani, eski Atina’da Sokrat’ın baldıran zehri içerek ölüme gitmesi, özgür insanın başlattığı köleliğe başkaldırıydı. Bu ilk ayağa kalkıştı. Spartaküs de, kanlı Roma’ya karşı köle isyanını başlattı. Spartaküs’ün Roma’ya yürümesi, imparatorluğunu korkuttu.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, insanlığa bir ödül olarak verilmedi, büyük bedeller ödenerek alındı. Öyle ki, Naziler /Alman teknik ordusu Paris’i kuşatıp işgale hazırlanırken dönemin liberalleri halka “Notre de Dame kilisesine gidip dua edin” diye çarı yapmıştır.

Fransız İnsan Hakları Derneği ise, halka bildiri dağıtıp ‘barikatlara koşun’ diyerek cumhuriyeti savundu. Tıpkı Bastille’deki gibi Hitler’in ordusu Paris’e girdiğinde ilk işleri, İnsan Hakları Derneği Başkanı kurşuna dizildi. Peki işgale karşı kimler direndi? Cumhuriyet yanlıları ölesiye savaştılar.

Aslında insan hakları mücadelesi, sınıflar mücadelesiydi.

Öğrencileri “Hocaam ne olursun bu zehri içme” dedikleri zaman Sokrat, “Gençler, ben söylediklerimin arkasında durmak zorundayım. Ben yaşamım için pazarlık asla yapmam.”

Spartüküs Roma’ya yürümek için tam yola çıkarken yakın arkadaşları Roma’nın birleşik ordusundan korkarak gizlice anlaştılar. Ve gemiler gitmeye hazırlanırken Spartüküs’ü iknaya çalıştılar. Çağın büyük önderi dostlarına; “Arkadaşlar gitmek isteyen yakınlarını yanına alıp gitsin, ben tek başıma kalsam bile savaşarak ölüme gideceğim. Biz inandığımız dava uğruna, yani köleliği yıkmak için Roma’ya başkaldırdık. Belki öleceğiz, ama bizden sonra gelenler köleci Roma’yı yıkacaklar. Yenilmez denen güçlü Roma imparatorluğu tarihte ilk defa yenilgiyi gördü. Şuna inanıyorum ki bizden sonra bu direnişin arkası gelecektir. Ben tarihsel olarak tercihimi yaptım: Yürümeye deva edeceğim.”

Türkiye’de de İnsan Hakları Derneği bir pulla kurulmuş bir kurum değil. Hatırlayalım, 12 Eylül sonrası Türkiye’de yaprak kımıldamazken bir takım aydınlar kendilerini ortaya koyarak 1986 yılında İnsan Hakları Derneği’ni kurdular.

İlk aşamada, ilk defa ülke genelinde İnsan Hakları Derneği, politik olarak kısa zamanda tüm aydınların sesi oldu. Bu kolay bir çıkış değildi. Partiler kapanmış, toplum sessiz, ilk defa bir çığlık sessizliğe karşı başkaldırdı.

Aziz Nesin’in öncülüğünde hazırlıkları başlatılan, İnsan Hakları Derneği kuruluşuna destek oluşturacak Aydınlar Dilekçesi, Türkiye’de darbe sonra 12 Eylül rejimini eleştiren önemli çıkıştı. Aydınlar Dilekçesinin en önemli yanı, gerçek aydın kimliğini ortaya çıkartmasıydı.

Ödüllü edebiyat yazarımız çok saygın Adalet Ağaoğlu, 2005’te kamuoyuna açıklama yaparak İnsan Hakları Derneği’nden istifa etti. Peki istifa amacı neydi? “İHD Kürtlere yakın duruyor” diyordu. Bu nedenle üyeliğinden ayrıldığını söyledi.

Bu gelişme sürecinde bir çok politik kişi İHD üyeliğinden çekildi.

1945 yılında sömürgeciliği, dünya genelinde baskıyı insanların örneğin siyahilerin, sarı insanların baskı altına alınması, işkence görmesi kabul edilemez olduğunu kabul eden Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna Türkiye de imza attı. Türkiye, 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini de kabul etti. Bu temel felsefe tüm Batı dünyası tarafından kabul edildi. Ama günümüzde Birleşmiş Milletler’in konumuna baktığımız zaman sanki kuruluş amacından uzaklaşmış gibi ve açıkladığı hedeflere ters düşerek neredeyse ABD’ye yakın NATO’ya dönüştü.

Peki BM’nin asıl hedefi ne idi? Sömürgeciliği önlemekti. Mazlum halklara destek vermekti.

1789, insanın ilk defa vatandaş, yurttaş olmasıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kilise ile de hesaplaştı. Bu önemli bir kazanımdı. Ancak Doğu coğrafyası sanki kendini bilime kapattı.

Evet, 1789 olmasaydı, Ekim olmazdı.