Halit KATKAT


İşçi emekçi talepleri ve elde edilebilirlik

Halit KATKAT


1 Mayıs yaklaşırken kitle örgütlerinin emekçi sınıfları kendi talepleri için alanlara çağrıları artmaktadır. Bu çağrılarda işçi ve emekçilerin gündelik acil talepleri olduğu gibi genel ve ileriye dönük talepleri de yer almaktadır. Bu taleplere arasında bu sayfanın sınırları içerisinde göz attığımızda bu taleplerin işçi ve emekçiler için gerçekten yaşamsal önemi olduğu açıktır.

“Zamlar durdurulsun”, ya da “geri alınsın” talebi, “İşçilerin yaşamı iş kazalarına karşı güvenceye alınsın”, “herkese nitelikli ve parasız eğitim verilsin”, “herkese parasız nitelikli sağlık hizmeti verilsin”, “işten atmalar yasaklansın, asgari ücret seviyesinde işsizlik ödeneği verilsin”, “dolaylı vergiler kaldırılsın servet vergisi getirilsin”, “kadına yönelik şiddet önlensin cinsiyet eşitsizliği kaldırılsın”, “ulusal hak eşitsizlikleri kaldırılsın”, “bütçeden silahlanma ve savaşa pay halkın ihtiyaçlarına harcansın”, “küçük tarım üreticileri desteklensin” vb. Liste daha da uzatılabilir.

Bütün bu ve benzeri önemli talepleri meydanlara çıkan emekçi kesimlerin daha önceleri de dillendirdiğini gördük. Önümüzdeki günlerde yapılacak 1 Mayıs mitinglerinde yine göreceğiz. Bu taleplerin bazen çok kalabalık, bazen daha az biriken kitleler tarafından yüzlerce, binlerce kez seslendirildiğine tanık olduk. Peki bu taleplerin meydanlarda haykırılması, hatta çok kalabalık kitleler tarafından haykırılmasına rağmen bugüne kadar kalıcı bir sonuç alınmadığına göre bundan sonra meydanları çok daha fazla kalabalıklarla doldurarak bir sonuç almayı beklemeyebilir miyiz? Peki bu talepleri dile getirirken gerçekleşmesini kimden istiyoruz? İktidardan. İktidar hangi sınıfın temsilcisi? Sorguladık mı? İktidar işçi ve emekçi sınıfların temsilcisi değil; değilse bu talepleri niye yerine getirsin?

Gerek 1 Mayıs gerekse başka talepler için yapılan eylemlerde önderlik yapanlar bu talepleri “ortaya” ya da başka bir deyişle “belirsiz bir adrese” seslenir gibi kaleme almaktadırlar. Bunda umulan şey kitlelerin kendi taleplerini görüp eylemlere katılımın artırılması olmalı. Bu iyi niyetli bir girişim olabilir. Ama bunun defalarca tekrarlanıp sonuç alınamaması kitlelerin eylemlerden umulan yararı görememeleri durumunda, eylemlerden soğumalarına ve sonuçta eylemlere güvensizliğe yol açmayacak mıdır? Yoksa geçmiş eylemlere bakarak bugünkü eylemlere katılımın azlığı başka neyle açıklanabilir?

İktidarın, hangi burjuva iktidar olursa olsun, bu talepleri yerine getirmeyeceğini bilenler de şöyle yazmaktalar: Mevcut koşullar ve gelecek açısından işçi ve emekçiler açısından tek çıkış yolu bu hakları elde etmek için birleşmek, dayanışma içinde olmak ve mücadele etmektir. Burada “birleşmek”, “dayanışma içinde olmak”, “mücadele etmek” fiillerinin altını çizelim.

Evet işçi ve emekçiler birleşmeli. Peki bu birleşme nasıl olacaktır? Bir “birleşin” çağrısı ile birleşme olabilir mi? İşçi ve emekçiler için birleşmenin birinci adresi sendikalardır. Bugün sendikalara baktığımızda burjuva siyaset tarafından bölünmüş ve işçilerin kendi iradeleriyle karar vermelerinin önünü kapatan bir yapı var. O halde işçi ve emekçiler bu bürokratik yapı altında birleşme olanakları yoktur. O halde işçi ve emekçilerin birleşmek için en acil görevleri kendi inisiyatiflerinde örgütlenecekleri sendikaları yaratmak olmalıdır. Bu da işçilerin kendi iradeleriyle seçecekleri temsilciler ve temsilci konseyleri ile yönetecekleri sendikaları oluşturmalarıdır. İşçi ve emekçilerin böyle bir sendika aracını kullanarak kendi güçlerini birleştirebilirler. Yine böyle sendikalar aracılığıyla tüm işçi ve emekçiler dayanışma içerisinde olabilir, taleplerini almak için güçlü mücadeleler ortaya koyabilirler. İşçi ve emekçiler ancak bu şekilde örgütlenmiş sendikal yapılarla üretimden gelen güçlerini kullanarak iktidarları yerinden oynatabilirler.