Halit KATKAT


İşçi Sınıfı kendiliğindenciliğe bel bağlamaz

Halit KATKAT


 

Akaryakıta, doğal gaza, elektriğe, ev kirasına, başta gıda maddeleri olmak üzere temel tüketim maddelerine her gün zam üstüne zam gelirken işçi ücretlerine yapılan artışlar devede kulak kadar kalıyor.

Asgari ücretin iki katı maaş alan işçiler bile geçinemediklerini söylüyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yok. Akaryakıt, doğal gaz, elektrik vb. tüketim maddelerinin fiyatı yabancı dövize bağlı olduğundan döviz, TL karşısında değerlendikçe fiyatlar artıyor. Yani işçinin ücreti, işveren ve sendika bürokrasi arasındaki anlaşmaya bağlı olarak yılda bir artarken, temel tüketim ve ihtiyaç maddelerinin fiyatı döviz arttıkça artıyor. Bu bakımdan işçilerin alım güçleri giderek düşüyor. Bu nedenle gerek asgari ücretli olsun gerekse asgari ücretin üstünde maaş alan olsun maaşlı çalışan herkes ücretlere ek zam talep ediyor. Çünkü alınan maaş geçinmelerine yetmiyor.

Peki ek zam almanın yolu nedir? İşçilerin büyük çoğunluğu sistem tarafından mevcut sandık demokrasisine inandırılmıştır. Bu bakımdan toplu sözleşme dışındaki artışları ya da yaşam düzeylerinin iyileştirilmesini sandığa atacakları oylarıyla iktidara taşıyacakları partiden beklemektedirler. Kendi gücüne güvenme yerine burjuvazinin peşine takılma politikası. Bu aynı zamanda işçi yığınlarının henüz bir sınıf olma bilincine erişemediğinin de bir göstergesidir. Bu aynı zamanda bu kadar yoksulluğa ve artan zamlara karşın neden işçilerin ayağa kalkmadığının da yanıtlarından biridir.

İşçi sınıfı tarihine bakıldığında her ne kadar sınıf olma bilincine erişmeseler de örgütsüz, dağınık, kendiliğinden bir şekilde ayağa kalktıkları görülmemiştir. Sınıf içgüdüsü olarak, sınıf örgütleri olan sendikaların kararları dışında hareket etmeleri nadir görülür. Örgütsüz hareket, sınıfa yabancıdır. Zaten geçim sıkıntısından çok şikayetçi olan bir işçiye “madem geçinemiyorsunuz neden iş bırakma eylemi yapmıyorsunuz” diye sorsanız. Yanıtı basittir “yine de işimi kaybetmek istemiyorum” der. İşçi sınıfı tarihi bize göstermektedir ki grevler ya da en azından grev tehdidi olmadan hak almak mümkün değildir.

Geçmişte 15-16 Haziran şanlı işçi direnişi, ´89-90 Bahar Eylemleri, 100 bin kişilik Zonguldak madenci yürüyüşü her ne kadar bürokrat da olsa sendikaların öncülüğünde başlamış olan eylemlerdir. Hiçbiri kendiliğinden sendikalardan habersiz başlayan eylemler değildir. Bu eylemlerden 15-16 Haziran´ı diğerlerinden ayıran özelliği başlatan sendika bürokrasisi olsa da eylemin gelişmesi ile sendika bürokrasisi aşılmıştır. Eylemi DİSK başlatmış olmasına karşın eyleme katılan işçilerin çoğunluğu Türk İş´e bağlı işler olmuştur.

Bütün bunlar düşünüldüğünde işçilerin önünde acil görev sendika bürokrasisinin olmadığı sendikaları oluşturmaları ya da yeniden kurmalarıdır. Çünkü sendika bürokrasisi işçilerin mücadelelerinin önünde engeldir. Fabrikalarda ya da işyerlerinde “işçiler birleşin” demekle birleşemezler. Birincisi ortak talep temelinde birlik olacaksa ki öyle olmalıdır. O zaman işyerlerinde ortak çalışma alanlarından temsilciler, (örneğin kaynak işçileri, ya da elektrik işçileri temsilcileri vb şeklinde) seçilmelidir. Bütün alanlarda işçilerin seçtiği kendi temsilcilerinin oluşturacağı işyeri temsilciler konseyi tüm sendika yetkilerini elinde toplamalıdır. Böylece sendikalarda irade işçilere geçecektir. Bürokrasiyi ayakta tutan delege sisteminden vaz geçilmelidir. İşçilerin sınıf tavrı bunu gerektirir. İşçiler, işçi iradesine dayanan sendikaları oluştururken kendi sınıf siyasetlerini de ortaya çıkaracaklardır.