Halit KATKAT


İşçi ve emekçiler için politika

Halit KATKAT


Ülkede işçi ve emekçilerin gelirleri günlük ihtiyaçlarını karşılamanın gerisinde. Asgari ücretle alabildikleri, asgari ücrete yüzde elli zam yapılmasına karşın, maddi değerler geçen yılların hatta geçen günlerin bile altında…

Bunun böyle olduğunu internette ve basında yayınlanan karşılaştırmalı grafiklerden görebilmek mümkün. İster bir emekçinin her gün tükettiği ekmek fiyatıyla karşılaştırın, ister döviz, altın vb. yatırım araçlarıyla karşılaştırın sonuç aynıdır. Bu durumu ortaya koymanın muhalefet yapmakla doğrudan bir ilgisi yok. Ben başka hiçbir şeyin fiyatına bakmasam bile her gün aldığım ekmek fiyatından hayat pahalılığının ne düzeyde olduğunu anlayabilirim.

Geçen yıl bir liraya aldığım ekmek şimdi 275 kuruş. Artış yüzde 175. Maaşlara gelen zam yüzde 30. Bunu her emekçi günlük yaşamında kullandığı bütün emtialarda görüyordur. Bunun bu şekilde konması matematiksel bir düşünüştür. Ama emekçi bu durumdan nasıl kurtulacağını düşündüğü anda siyasetin alanına girer. Bunu böyle düşünen emekçi artık bunu bireysel çözemeyeceğini de anlamıştır.

Bu durumda çözüm olarak aklına gelmesi gereken iki durum olabilir: Birincisi sendikal mücadele ile maaşına zam alabilmek ikincisi de en yakın seçimde kendini bu durumdan kurtarabilecek partiye oy vermek. Peki bugün bir işçi ya da emekçi bu durumu görüp de kendisini bu kötü gidişattan kurtarabileceğine inandığı ve açıkça “şudur” diyebileceği sendika ya da parti var mı? Bu soruya siyasi önyargılardan arınmış bir emekçinin “evet” diyebileceğini sanmıyorum.

Bu sistem içerisinde problem çok bilinmeyenli bir denklem gibi gözüküyor. Ama problemin çok bilinmeyenli olması işi zorlaştırıyor olabilir. Ama problem çözümsüz değildir. Mevcut sistemin işleyişi şöyle maddi değerleri üreten milyonlarca işçi ve emekçi var. Bu milyonlarca emekçi milyarlarca liralık servet üretiyor. Bu üretilen servetten milyarlarca lira üç beş servet sahibinin cebine girerken, bu serveti üreten milyonlarca emekçi zar zor karnını doyuruyor. Ya da ürettiğinden pay alamıyor ve bu milyarlarca servetin nasıl ve nerelere harcanacağında söz ve oy sahibi değil.

Şimdi seçime hazırlanan partilere bir bakın, hepsi kendilerine bu düzen tarafından, yani yasalarla ya da tanımlanmamış kurallarla, açılmış olan alanda boy gösteriyorlar. Bu alanda güç, sermaye sahiplerinin elindedir. Diğer taraftan emekçiler partileri söylemlerinden arındırıp yaptıklarına ve bu alanda yapabileceklerine bakmalılar. Sermaye sadece bankalar aracılığıyla parasal gücü elinde bulundurmaz, aynı zamanda siyasi ve askeri gücü de elinde bulundurur.

Bu kadar büyük güce sahip bir sistem kendisinin iddia ettiği gibi yenilmez midir? Ya da karşısında bir güç yok mudur? Bu sorunun yanıtı yukarıda belirttiğim gibi sistemin bütün değerlerini üreten milyonlarca işçi ve emekçinin birleşik gücüdür.

Şimdi elimizde veri olarak birbiri ile karşı karşıya gelen iki kuvvet var: Biri sistemi elinde bulunduran, diğeri kendisi için yeni bir sistem kurmak isteyen. Burada işçi ve emekçilerin çözmesi gereken problemin birincisi yeni kuracakları sisteme ulaşmak için milyonlarca işçi ve emekçiyi nasıl birleştirecekleri, ikincisi de kuracakları sistemi nasıl yönetecekleri. Burada birleşmeleri için işçi iradesine dayanan sendika örgütlenmeleri yaratmaları birinci koşul olarak öne çıkmaktadır. İkinci olarak kendilerini bu sistemden kurtaracak yolu gösterecek işçi iradesine dayanan partiyi yaratmaları gerekmektedir. Sınıf politikası dışındaki milliyetçi, mukaddesatçı, solcu vb. görüşteki siyasetler işçileri birleştirmez, tam tersi böler.