Halit KATKAT


İşçilerin acil değiştirmesi gerekenler

Halit KATKAT


Emekçilerin büyük çoğunluğu var olan, yani kendilerine sunulan sistemi sürdürme eğilimindedirler.

Kendilerinin emeğine el koyan sistemi değiştirme ve kendileri için yeni bir sistem düşüncesi pek akıllarına gelmez. Değişikliği devletten ya da politikacılardan beklerler. Olmazsa da neredeyse eskilerin deyimiyle bir lokma bir hırkayla yetinen derviş misali yaşamaya çalışırlar. Bu da onların emeği üzerinden geçinen sermaye sınıfının istediği bir şeydir.

Burada fizikteki minimum iş teoreminin toplumdaki karşılığını görüyoruz. Bütün cisimler en az enerji ile en çok işi yapma eğilimindedir. Örneğin tavandan asılı duran bir sarkaca kimse dokunmazsa sonsuza kadar durmaya devam eder; tersi hareket halindeki bir sarkaca dokunan ya da sürtünme kuvvetleri olmazsa sonsuza kadar gidip gelme hareketine devam eder. Bunun insanlardaki örneğini şöyle yorumlamak mümkün, birisi kendini hareket etmeme durumuna alıştırmışsa onu zorlayan bir kuvvet olmadığı durumda yaşamı boyunca tembelliğe devam eder. Tersi kendisini hareket etmeye göre programlamış biri ise hareketsiz bir yaşamı sürdüremez. Bunu bir toplum için de söyleyebiliriz. Bugün hak arama noktasında durağan görünen toplum eğer haklarını eylemle almaya başlar ve bunu başarırsa, ondan sonra haklarını hep eylemle alma eğiliminde olacaktır.

Emekçilerin kendilerine sunulan politikaların peşinden gitmelerinin ve bu gidişi değiştirmek istememelerinin başlıca nedeni yöneten sınıfların onları buna koşullandırmış olmalarıdır. Bunu sarkacı durmaya zorlayan kuvvete benzetebiliriz.

Bazı ekonomik zorluklar karşısında zaman zaman mücadeleye atılmaları dışında kendileri için bir düzen, kendilerinin yöneteceği bir sistem olduğunun farkında değillerdir. Bu konuda sadece az sayıda bilinçli işçi kendileri için bir sistem olduğunun bilincinde olsa da ona nasıl ve hangi araçlarla ulaşılacağının bilincinde değildir. İşçiler kendilerini yöneten sistemi değiştirmeyi düşünmemeleri sendikal örgütlenmeye de yansımaktadır.

Ülkemizdeki bu durumu şu tablo çok güzel yansıtmaktadır: 2021 Temmuz ayı istatistiklerine göre, Türkiye´de 15 milyon 294 bin 362 işçiden 2 milyon 189 bin 645´i 'sendikalı'. Bu bize sendikalı işçilerin oranının yüzde 14 olduğunu gösteriyor. Buna göre, Türk-İş, 1 milyon 213 bin 439 ile en fazla üyeye sahip konfederasyon oldu. Türk-İş´i, 727 bin 187 üyeyle Hak-İş, 212 bin 593 üyeyle DİSK izledi. 15 milyon sigortalı işçinin 13 milyonu sendikasız.

Görüldüğü gibi toplumu değiştirecek sınıfın çok küçük bir bölümü örgütlenmiş. Bunlardan en aktif ve ileri bilince sahip olan DİSK, kayıtlı işçilerin ancak yüzde 1,4´ünü örgütlemiş. Bunun yanında kayıt dışı çalışan yerli ya da yabancı milyonlarca işçi de sendikasızdır.

İşçiler milyonlarca olsa da bütün maddi değerleri üretse de birleşemedikleri durumda bir güç olmazlar. Sınıfta olamazlar. Slogan olarak söylemek gerekirse örgütsüz güç güç değildir. Bunda işverenlerin sendika örgütlenmesini engellemesinin payı büyük olsa da esas yükümlülük sendikaların ve sendika yöneticilerinindir. İşverenlerin kendi çıkarları gereği ucuz işçilikten yana olduklarından sendika istememeleri anlaşılır bir durumdur.

Aynı şekilde işçilerden kesilen aidatlarla kendilerine rahat bir yaşam kuran bürokratik sendika yöneticilerinin de, kendi rahat koltuklarından kalkıp sınıfı örgütlemeleri beklenmemelidir. Bu görev işçi sınıfının ileri kesimlerine düşmektedir. Bu bakımdan işçilerin özellikle örgütlü ve bilinçli işçilerin birinci görevi sendika bürokrasisinden kurtulmak olmalıdır. Bunun yanında sınıfın sendikasız kesimlerinin örnek sınıf sendikaları kurmaları diğer işçiler için de yol gösterici olacaktır. Bu aynı zamanda işçi sınıfından öncülük bekleyen diğer ezilen sınıflar için de umut olacaktır.