Nurullah ER


İSKENDERUN AKDENİZ´İN ÇANAKKALE´SİYDİ

İskenderun Akdeniz´in Çanakkale´siydi.


İskenderun Akdeniz´in Çanakkale´siydi.

İngilizler Çanakkale´yi geçerek Anadolu´yu işgal edecekler, İskenderun´a yerleşerek de Ortadoğu´yu kontrolleri altına alacaklardı.

M. Kemal´in Türk askerleriyle Çanakkale´yi kahramanca savunmaları sonucunda, Çanakkale geçilemedi, Anadolu da işgal edilemedi.

Ne var ki İngiliz ve Fransızlar, Arap kabile reisleriyle anlaşarak, şeyhleriyle bir araya gelerek, çapulcuları şakileri kullanarak, paralı askerler toplayarak, Ermenilere Kılikya Devleti vaat ederek; Süveyş Kanalı´nı geçerek, Yemen´de, Mısır´da ve tüm Ortadoğu coğrafyasında Türkleri bozguna uğratarak, Faysal´ı Şam Fatihi ilan ederek, Halep´i kurşun atmadan ele geçirerek, Antakya´da Arap bayrağı dalgalandırarak, İskenderun´u işgal edip karargah haline getirerek, tüm Ortadoğu´yu resmen işgal ettiler.

Beş yüz yıllık bir tarihi, kültürü, sosyal dokuyu yok ettiler.

İskenderun işgal edildiğinde takvim yaprakları 18 Kasım 1918´i gösteriyordu.

20. yy´ın başıydı. Yüz yılın emperyal güçleri İngilizler ve Fransızlardı. Teknolojide gelişmişler, bilimde ilerlemişler yeni sömürge yerleri arıyorlardı.

Ortadoğu bölgesi petrol yataklarıydı.

Çukurova bereketli topraklardı.

Petrolün ne olduğunu, ne işe yaradığını onlar biliyorlar, pamuğu sanayide yalnızca onlar kullanıyorlardı.

Ortadoğu´da her Arap kabilesine bir devlet kurdurup, Ermenileri Kılikya vaadi ile avutuyorlar, kendi sömürgeci emelerine ulaşabilmek için her yolu meşru sayıyorlardı.

Yüz yıllardır dostluk, kardeşlik içinde yaşayan toplumlar emperyalizmin pençesine düşmüşler, ne zaman biteceği, nasıl sonuçlanacağı belli olmayan hazin öyküleri başlamıştı.

Top mermileri İskenderun´un Körfez açıklarından, Arsuz kıyılarından, Dörtyol´a kadar dövmeye başlamışlardı. Bir savaştı bu. Resmen başlamıştı, yapılan tek şey ölmemek için öldürmek...

Yıllarca sürdü. Ölümler, açlıklar, yokluklar, hastalıklar, çaresizlikler yaşandı. Ama bölge halkının direnci bitmedi, umutları sona ermedi.

19 Aralık 1918´de Dörtyol´da atılan ilk kurşunun ardından, Hatay´ın dört bir yanında fitillenen bu ateşle halk ayağa kalkıp direniş göstermeye başladı. Fransızların eğitilmiş, düzenli, teknik donanımlı ordusuna karşı, dağlardaki çetelerle yöre halkı birleşerek dişe diş, başa baş mücadele ettiler.

1921 yılında yapılan Ankara Antlaşması´yla Fransızlar Çukurova´yı terk ettiler, İskenderun Fransızların mandası konumunda kaldı. İskenderun´un Fransız mandasında kalması, bölgede yaşayan tüm halkı hayal kırıklığına uğrattı, nerdeyse belleri kırıldı, umutsuz, çaresiz bakakaldılar...
M. Kemal´e sorunlar iletildiğinde , “İskenderun Misak-i Milli sınırları içindedir, günü gelir vatan topraklarına katılır” dedi. Ama yöre halkı umutsuzdu, üzerlerine hiç güneş doğmayacakmış gibi geliyordu.

Cumhuriyet´in ilanından sonra, Cumhuriyet kaçkınlarının ve Atatürk düşmanlarının mekanı olmuştu Hatay. Anadolu´nun dört bir yanından ve İstanbul´dan kaçarak gelen vatan hainleri burada Fransızlara sığınıp onlarla işbirliği yaparak, yöre halkının üstünde baskı kurarak resmen Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapıyorlar ve Fransızlar tarafından korunuyorlar, daha önce savaşan Kuvay-ı Milliyeciler ise Anadolu´ya ya da başka yerlere göçe zorlanıyorlardı.

Bu konuda hayalleri suya düşmeyen, umutları sönmeyen tek kişi Atatürk´tü. Hasta yatağında son nefesini verene kadar, Hatay sorununu çözmeye çalıştı. Uzun uğraşlar verdi. Milletler Cemiyetine başvurdu, Fransızlarla ikli görüşmeler yaptı, ülkenin bir çok yerinde Hatay Müdafa-ı Hukuk Cemiyeleri kurdurdu, Tayfur Sökmen´i yanına aldı, bölgede Türk kültürünün yaşaması için önlemler aldırdı.

Hatay meselesi Atatürk´ün aklından ve yüreğinden çıkarmadığı bir tutku, son nefesine kadar içinde yaşattığı bir sevdaydı. Doktorlarının izin vermemesine rağmen hasta yatağından kalkıp Adana´ya kadar gelerek, kendini çoşkuyla karşılayan kalabalığa, “Hatay meselesi benim şahsi meselem” diyerek, “Kırık asırlık Türk yurdu yabacılara bırakılmayacak” sözünü vererek Hatay´ın kurtuluşunu müjdeliyordu.

Atatürk 1938 yılında hayata gözlerini kapadığında Hatay meselesi çözülmemişti. Ne var ki onun silah arkadaşaları ve Hatay´da bu işe baş koyanlar, onun belirlediği yolda yürüyerek 5 Temmuz 1939 tarihinde Hatay´ın Türk topraklarına katılmasını sağladılar. Bir vasiyeti de yerine getirilerek gözleri arkada kalmamış oldu.

Bugün 21.yy´dayız. Roller değişti. Günümüzün emperyal güçü ABD geçmişte İngiltere ve Fransa´nın yaptığını yapıyor. Ortadoğu´ya demokrasi getireceğim, özgürlükleri yaşatacağım diyerek kurdurdukları terör örgütleriyle bölge kan gölüne dönüştü. İç savaşlar yaşanıyor, devletler birbiriyle savaşıyor, kendi ise enerji yatakalarını nasıl kullanırım hesabı yapıyor.

Ülkemiz bu savaşlarda payına düşeni alıyor, Hatay bölgesi ve Suriye sınır hattı büyük sıkıntılar yaşıyor. Ders çıkartılmadığından tarih tekerrür ediyor, ülkemiz resmen bölgedeki savaşın içine çekilmeye çalışılıyor.

Ortadoğu halkı artık kendine gelmelidir, dost kimdir, düşman kimdir bilmelidir. Kendi topraklarına, kültürüne sahip çıkmalıdır. Bu kan gölünü durdurmalıdır, emperyalistlerin oyucağı olmamalıdır. Ülkemiz Ortadoğu politikasını “Yurtta sulh, cihanda sulh politikasıyla Atatürk´ün çizdiği yolda sürdürmelidir.