Leman GÖÇMEN


İskenderun Teyyare Meydanı

Leman GÖÇMEN


O zamanki ismiyle ve 1950´lı yılların en renkli ve sevindirici olayı idi Teyyare Meydanı.
Sabah saatlerinde küçük bir uçak hep kapasitesi kadar dolu olarak Adana´ya, oradan da Ankara ve Bursa veya İstanbul´a giderdi.
Biz İskenderunlular için çok büyük bir sevinçti. O zaman İskenderun küçük bir kasaba idi. Herkes birbirini tanır. Caddelerde sağlı sollu selamlaşmalarla gülücükler atarak herkes işine giderdi. Adana´ya, Ankara veya İstanbul´a gidecek olanlar da şu andaki Adliye binasının arkasındaki alan olan Teyyare Meydanına gider. Oraya haftanın birkaç günü küçük kapasiteli uçak gelir sabah saatlerinde buradan kalkar Adana´ya gidecekleri bırakır, oradan rotası nereye ise devam ederdi.
O dönemde Cumhuriyet Alanındaki Salim İşhanı´nın olduğu yerde bir küçük taksi durağı vardı. Ankara Taksi. Onunla çok uzun yıllar günübirlik Adana´ya ve Halep´e, oradan aktarmalı Beyrut´a gidip gelinirdi. Bunu ayrıca yazmak isterim. Zira bunlar çok mutlu olaylardı. Kimsenin pasaport derdi olmaksızın geceleri bile Halep´te tavla oynayıp, ‘kim kaybederse Plaj Lokantasındaki yemeklerin parasını o ödeyecek´ diye şartlar koşulur ve de oradan taksiyle sahildeki lokantamıza gelir, balık yerlerdi.
Ankara Taksi ile Adana´ya gidip gelenler artık o kadar kısa mesafeyi uçakla gidip gelmeye başlamışlardı. Babacığım da bunların arasındaydı. Zira İskenderun´da bol kapasiteli bir Sümerbank yoktu. Adana´ya gidip, Sümerbank´tan keten veya patiskadan işyerimiz birinci sınıf olduğu için beyaz masa örtüsü ve peçetelik alırdı. İyi cins porselen de İskenderun´da her zaman bulunmazdı. Onları bile almak için Adana´ya giderdi. Hatta hanımlar mevsim değişikliklerinde ayakkabı çanta almak için de annemle ben dahil Adana´ya giderdik. Günlerden bir gün babacığım akşam eve geldiği zaman –tahminen 20´li yaşlardaydım- “Hazır ol, yarın Adana´ya gidiyoruz” dedi. İlk taksiyle gittik. Alışverişi yaparken babamla gezdim. Hatta o gün Adana´da bir akraba kızı arkadaşım vardı. Babam, “Kızım benim biraz işim var, Gül´ü de al alışveriş yap” demişti. Gül´ü alıp, beraberce Adana´nın çok iyi mağazalarının olduğu kesime gittik. Yün kazakların iyisini her zaman sevmişimdir. Çok güzel bir mağazaya girdik. Vitrinde beğendiğim kazağın gri ve bejini çıkardılar. Sardırıp aldım. Kızkardeşim Güner´indi biri. Sonradan çok esef ettim arkadaşıma almadığım için… şimdi o gün için kusura bakmasın diyorum. O kazağı yıllarca giydim. Onunla çektirdiğim bir fotoğrafım benim en gözde olanlardan biridir hala. O fotoğrafı da Adana´da çektirmiştim. Aynı gün verilmez o zaman fotoğraflar. Tab edilince arkadaşım alıp getirdi. Meğer fotoğrafçı o resmin birini orta boy büyüterek vitrinine koymuş. Sık sık Adana´ya gidenlerden bazıları “Leman´ın resmi ne arıyor. Ne kadar benziyor” demişlerdi. Beni tanıyanlar, “Mutlaka Leman çektirmiştir” demişlerdi.
Adana´ya gidilip de Asmaaltı Kebap´ta yemek yenmeden dönülmezdi. Hala yaşayan, şubeleriyle bir işyeridir. Kebaplarımızı da yedik. Babam, “Hadi şimdi teyyare meydadına” dedi. Bir anda sevinç şoku geçirmiştim. Taksiyle havaalanına gittik. Kapıda bir not: “İskenderun seferi Yarıkkaya fırtınasından dolayı iptal edilmiştir.” Memlekete taksiyle dönmüştük.
Ve bana ne yazık ki kendi uçağımızla Adana´ya gitmek-gelmek nasip olmadı. Ama bu arada personelin hepsi bizim aşçımızın yaptığı çok güzel et yemeklerini ve taze kaya ve barbunya yemeklerini yemek üzere lokantamıza gelirlerdi.
Mevsim bahara döndü. Annemin ful çiçekleri açmıştı. Şu anda oturduğum evin yerindeki evimiz bahçeli asmalıydı. Evimizin bahçesinde anneciğimin yetiştirdiği 25 tenekede ful çiçeğimiz vardı. Kar yağmış gibi haziranın başından itibaren açardı. Babam çok erken uyanır, balıkçılar sabaha karşı avdan dönerlerdi. Onları kaçırmamak, o günün balıklarını almak için balıkhaneye, oradan da faytonla hala gidip sebze meyvemizi alır, tahta arabalı hamallarla işlerimize gönderirdi. Onlar da öğlen servisine hazırlanırdı.
Babam öğlen servisinden sonra evde istirahat ederdi. Uyandığı zaman açan fullardan bir tane yakasına iliştirir, geri kalanını toplatır, masalara dağıttırırdı. Buket yapıp eline verirdik. Ful çiçeğini ilk defa gören uçak personeli, bilhassa hostes almak istemişler, soğuk iklimde yaşayamayacağını öğrenince açan fulleri ailelerine götürmek istediler.
Ancak uçaklar haftada birkaç gün müydü, her gün müydü hatırlayamıyorum. Onların geldiği gün ful çiçeklerini aralarında paylaşırlardı. Onların geldiği saatlerde biz de gider akşam yemeklerimizi orada yerdik.
Ne yazık ki kaç sene yaşadı, kaç yıl uçaklar geldi gitti tarihini net anlatamıyorum. Ama bir gün uçak seferlerinin bittiğini duyunca bütün şehir yasa bürünmüştük. “Burada havaalanı olmaz” diye bir yaygara koptu.
Teyyare meydanımızın genişletilmesini, büyütülmesini beklerken her gün bir dedikoduyla uyanıyorduk. Meğer Antakya varken, geniş araziler varken neden İskenderun´da olsun diye duyuyorduk.
Ben hala o günlerin mutluluğunu, sevinçlerini yüreğimde taşıyorum. Bize o havaalanını kazandıran hangi büyüğümüz, idarecilerimiz… kimin emeği varsa hepsine buradan rahmet diliyorum.
Hoşçakalın