Sadullah ÇAĞLAR


İskenderun ve Kitaplı Yıllar

Sadullah ÇAĞLAR


Akdeniz kentleri içinde körfez şehri olarak çok kültürlü, çeşitli insan zenginliği İskenderun´da bir arada yaşamayı görüntüledi. 

Kent sanayi bölgesi… yani fabrikalarda çalışmak için kişiler bölgeye akın akın gelmekteydi. Limanda gemiler sıraya girmek için günlerce beklemekte, vapurların ayrılık düdükleri şehirde yankı yapmakta idi.
Atlı fayton arabalarının çıngıraklı sesleri… eski adliye binasınının ön tarafı PTT binası… değişik insan görüntüleri; şık bayanlar üzerinde mantolar ve döpiyes giyimleri bir güzellik taşımaktaydı.
Yıl 1947. Cumhuriyet Meydanı. Şimdiki Yapı Kredi Bankası, Marmara Gazinosu olarak çalışıyordu. Onun yanında Sümerbank; bankanın yanında birikmiş evrensel insan kalabalığı, bu kitlenin içinde koltuğunun altında kitaplar veya mecmualar olan aydınlar… özellikle dergiler dikkati çekiyordu. Dikkat ettiğimiz zaman bu aydın insanların okudukları mecmualar Time´s yayınlarıydı.
Bu kitlenin olduğu yer kitapçı dükkanı Yener Kitapevi… Halk saat 1´de gelecek teyyare postası uçağını beklemekte. Kitapevinin sahibi, eski yıllardan gelen Yahya Yener´di. Kitapevini çalıştıran oğlu Cemalettin´di. O dönem Cumhuriyet Meydanında sanata yönelik mağazalar vardı. Radyo gramafon salonu Artin Bağcıyan yeni gelen taş plakların tanıtımını hopörlörle yapardı. Genelde Celal İnce´inin söylediği tangolar, ‘ayrılık ölümden beter´ şarkısı meydana canlılık katardı. Ayrıca sinema/film afişleri panolarla meydanda reklam edilirdi. mesela Mısır filmleri özellikle Leyla Murat´ın oynadığı filmler Lekeli Kadın, ya da Abdülvahap´la yaptığı Yaşasın Aşk filmi seyircileri etkilerdi. Foto Çığır´ın fotoğraf stüdyosu… kırtasiyeci Münir Akkat´ın dükkanı önündeki fotoğraflar turistlerin de ilgisini çekerdi.
Sinemacılar caddesine geldiğimiz zaman Foto Kemiksiz´in sinema kartpostalları tanesi yirmibeş kuruşa satılırdı. Bunların içinde Samson ve Delilah, King Kong, sinema severlerin en çok aldığı kartpostallardı.
Aslında sinemacılar caddesine geldiğiniz zaman, özellikle yazlıklardan Lale sinemasında Çaplin´in Diktatör filmi Marakeş Dansözü yada Gary Cooper´in oynadığı Yaratılan Dünya filmleri ve özellikle savaş sonrası İtalyan sinemasının çıkış yıllarında Bir Haydutun Izdırabı filmleri hepsi sanata yönelikti. Deniz sahiline geldiğiniz zaman Zeki Göçmen´in beyazlara bürünmüş küçük bir köşkü andıran küçük bir plaj gazinosu. Daha çok gazinoyu çalıştıran, sürekli kasada oturan misafirlerle ilgilenen bir genç kız vardı; Leman Göçmen. Ses Gazetesi´nde zaman zaman anılarını yazarak gazeteye renk katan Leman hanımın mütebessim yüzünü görürdünüz. Misafirlere bu gazinoda deniz ürünlerinin çeşitli balıkları ikram edilir, denize sıfırdan denizin dalgalarını seyreder kumlarda balıkçıların avlarken sesleri kulaklarınızı tırmalardı. Deniz sahili henüz betona dönüşmemişti.
Sahildeki şose yolunda Milli Eğitim Müdürlüğü´nün yanında Beşenlerin malikanesi, muhteşem mimarisiyle, eşsiz estetiğiyle insanı büyülerdi.
Nasıl kıyıldı bu sanat mimarisi harikasına? Sahil baştanbaşa tek katlıydı. Elbette halkın uğrak gazinosu Zafer yada Akdeniz´di.
Tekrar kente dönersek… köşe başlarında küçük meyhaneler, efkar dağıtan dostluklar, Hafız Burhan´nın buğulu sesinden ‘her yer karanlık´ şarkısını dinleyerek günlük sıkıntılardan arınırdık. Öğlenleri Bolu´lu Niyazi´nin döner kebabı, ona yakın Atlas Elbise Temizleme dükkanı… Hayat Atlas´ın mağazası modern müşterileriyle gözümüze çarpardı. Eski adı İnönü Caddesi olan şimdiki Şehit Pamir caddesine yolunuz düştüğünde gazozcu Selim´in meyveli gazozunu içerek ferahlardınız. Bu arada ayrancı Cemal´in köpüklü ayranını tatmadan elbette geçemezdiniz. Tabi Londra Bar´ın akşamüstü kadınların makyajlı görüntüşü çarşıya renkli bir manzara arz ederdi. Ne demişti bilim adamları kadının olmadığı her yer karanlık yani ışıksız. Bir dönem Altındişler´in sokağın çarşısında kumaş mağazaları vardı. En güzel yerli merinos hereke kumaşları bunun yanında İngiliz İskoç kumaşları Antuan Zuki´inin mağazasında bulunurdu.
Yine şimdiki manifaturacılar çarşısında, o küçük semtte Toros Kitapevi adı altında küçük bir dükkan vadı. Bu küçük dükkanda bütün dünya ülkelerinin edebiyat yazarlarının eserleri bulunurdu. Bu kitapçıyı çalıştıran dükkan sahibi Süleyman Pitdöken´di. Kendisi inanılmaz denecek kadar edebiyat meraklısıydı. Bu dükkkanda bütün dünya klasiklerini bulurdunuz. Dükkana çocuk yaşıma rağmen sıkça uğrardım. Bir gün, “Oğlum bak, sana çok önemli bir kitap vereceğim. Sakın almamazlık etme” dedi. Eser, Aleksandre Dumas´ın Kont Monte Kristo kitabıydı. “Süleyman bey, bu çok ağır, büyük bir kitap. Daha henüz yabancı tercümelere alışmadım” diye itiraz edecek olunca sözümü kesti: “Oğlum okumaya çalış bu kitabı.” Kitabı aldıktan sonra eser inanılmaz şekilde ilgimi çekti. Tercüme yayınlara yeni başlamıştı. Kitabı okudukça elimden bırakamadım.
Sonraları Kuvadis, Romayı yakan imparator Nero´nu anlatıyordu. Standell´in Kımızı ve Siyah klasiği soylu kadına aşık olan genç köylü süreç içinde siyasallaşır. Yeni düşüncelerle tanışır.
Kontes genç delikanlıya aşık almasına rağmen onun siyası olması kontesi ürkütmüştür. Bir gün Kontes “Ona bak Sorel, yeni sosyal dili konuşma. Başına dert açarsın. Sonra istemeyerek de olsa ayrı düşeriz. Tercih senin” der.
Edebiyat tarihinin Siyah ve Kırmızı´nın yazarı Standell, Fransızların en büyük yazarıdır.
Süreç içinde kitabevinin tutsağı olmuştum. Cebimdeki parayı kitaba harcar, sürekli parasız gezerdim. Bu kitap tutkusu hala, ama hala devam etmekte. O yıllar, güzel yıllardı. Pazar günleri Toros kitabevinin önünde kitap sergisi açılırdı. Kitapları incelerken iki eser dikkatimi çekti: Dünya Yüzünde Tarih Yaratan Simalar. İkinci kitap Hitler´in Sığınakta Son Günleri. Nazi liderinin intihar saatlerini anlatırken yani ölüme giderken anılarını yazan Frepor Ropez Hitler´in oda uşağı Hanslinger´in kitapta en çarpıcı yanı Kızıl Ordu´nun Berlin´e yaklaşırken generallerin, “Fühlerim Amerika´yla anlaşalım mı?” sorusu oluşturur. Hitler, şöyle cevaplar: “Ben Amerika´yla savaşmıyorum. Stalinle savaşıyorum. Biz savaşı kaybettik”. Konuşma şöyle devam eder: “Peki Führerim, bir uçak hazır. Sizi Arjantin´e gönderebiliriz. Bu bölge emniyetlidir.”
Kitapçıdan çocuk yaşta çıkmaya başlayan kişi, kitapçı dükkanlarının en meraklısı kitabın konusunu anlatmak için kitapçıya sorular yöneltirdim. Öğrenme merakı hergün beni doyumsuzluğa koşturuyordu.
Mesleğim olan terzide çalışıyordum. Onbeş yaşına gelmiştim. Ustam Mehmet İz, politik aydın bir kişiydi. Geceleri bazen işe ara verip günlük gazeteleri okurken ustam Mehmet İz; “Oğlum sen günün birinde politik olacaksın” dediğinde çok kulak vermezdim. Çünkü politik kişiler gözümüzde sanki tunçtan heykeldi.
Fakat 1961 anayasası, sokaktan gelenlere öyle kişilik kazandırdı ki ‘biz de varız´ demeyi bizlere öğretti.
Ne demişti Montaigne: “Ben kitapları yaratmadım, kitaplar bizi yarattı.”