Fevzi MAMİOĞLU


İSKENDERUN´DA İNSAN MANZARALARI

Hayat bir tiyatrodur değil mi sayın okurlar.


Hayat bir tiyatrodur değil mi sayın okurlar. Hem de en realistinden. Anlatacağım tiyatronun dekoru açık havada. Tarih 24 Eylül 2017. Bisikletle eski Doğum Hastanesi´nin karşısındaki kaldırıma düştüm. Niye düştüm? Tam düştüğüm yerde trafik lambası var. Yenilendi galiba. Beton dökülmüş. Kalın molozlar arasında tuğla büyüklüğünde beton parçaları var. Biri bisikletimin arka tekerinin önüne geldi. Takılınca da düştük. Önünde de torunum. Beş yaşında. Düşmenin korkusuyla ağlıyor. Bisiklet de dağ bisikleti. Normalin üstünde büyük. Ne olduğunun farkındayım. Toruna bakıyorum. Çünkü kafa üstü yatıyor. Eliyle gelip geçen kalabalığa işaret ediyorum. 

—Lütfen bisikleti kaldırmama yardım eder misiniz, diye.
Günlerden Pazar. Hava açık. Millet piyasa yapıyor.
Şimdi bu manzarayı gören kendini bilen, empati duygusu gelişmiş ve yardım sever insanların olduğu yerde olsak, bakın ne olurdu? İmdat çağrımı beklemeden hemen herkes, yardıma koşardı. Kimisi su getirir. Bir başkası küçük kızı teskin eder. Bir diğeri bisikleti kaldırır. Ötekisi de, ´Amca kımıldamayın. Acaba kırık çıkık var mı?´ diye bir yoklama yapardı.
İmdat çağrımı duyan olmadı!!! El kol işaretlerimi de kimse görmedi!!! Niye görmedi? Çünkü olaya şahit olanların hiç birinde ruh yok ruh. Ben olsam koşar, hiç değilse yavrucağa yardım etmeye çalışırdım. Yukarıda, olurdu diye düşlediğim olayların hiç biri olmadı. Demek ki oldurmayı bilmiyoruuuuuuz! Sonuçta kendi imkânlarımla, biraz da zorlanarak kalkmayı becerebildim. Bir taksi geldi. Bayan sürücüsü elindeki yarım şişe suyu uzattı. Almadım. Mümkünse bizi hastaneye yetiştirmesini istedim. Aaaah ah man kafa Feeevzi ahh! Ülek akıllanmaz mısın hey taş kafa! Bayanın susmasını ya da cevap vermeden sağa, Fener´e doğru kırmasını, trafiği engellememek için yapılan bir manevra olarak algıladım!!!! Hah hahh hah!! Şaşkın Fevzi, hanımefendi gözden kayboldu gözden. Şimdi kim tanımadığı bir adamla çocuğu hastaneye götürecek! ´Benzin parasını istesem verir mi? Ya da o teklif eder mi? Yok yok en iyisi ben görmemiş ve duymamış olayım. Şişe mi uzatmıştım. Yooook, su içerken direksiyona deymesin´ diye pencereden dışarı çıkartmıştım!
Bisikleti kontrol ettim. Bir şey yok. Kıza soruyorum.
—Bir yerin ağrıyor mu? Yok, anlamında kafasını kaldırıyor. Konuşmuyor. Nedeni de şu. Biz o akşam “Süslü Kadınlar Bisiklet” turuna katılacaktık. Anneanne hafif ruj sürdü torunun dudaklarına. Ruj silinmesin diye konuşmuyor! İşaretle anlaşıyoruz! Sonraki olayı kısa keseceğim. Önce komşum Metin, ardından oğlum Melik geldi. Filmler çekildi. Bir sorun yok. Kız oynamaya başladı. Ben de bir haftalık ev istrahati verdim kendime.
Gelelim tiyatronun öteki tablosuna. Tarih 4 Ekim 20017. Bu gün yine düştüm. Ayağım takıldı. Sol tarafıma yattım. Avucum kanadı. Su yok. Peçete de. Avucumu kapadım. O yere en yakın olan sağlık ocağına koştum (İsteyen yetkiliye numarasını verebilirim). İçeri girdim. Biliyorum ne diyeceklerini. Burası senin mıntıkan değil. Ait olduğun sağlık ocağına başvur! Aaaaa aaaa yine de aaaa! Olamaz. Vallahi u billahi ayyynen düşündüklerimi dediler.
—Kızım bu halde mi gideyim ocağa? İşte siz varsınız ya!
-Madem ki öyle, içeri girin ilgilensinler. İki görevliden biri istemeden de olsa kalktı. Lütfedip batikon sürdü.
-Güle güle dediler. Ha şimdi bunu okurlarsa, hemen SES´e gelip “Fevzi Mamioğlu´na cevabımızdır” diye celalli bir nota verecekler. İlgilendik diyecekler. Hanımefendi keşke ilgilenmeseydiniz de o ekşi suratla bana “Bir dahaki sefere ait olduğunuz Sağlık Ocağı´na gideceksin', demezdiniz. Sözlerinizi emir telakki ederim efendim. Tekrarlatmam efendim!! Yani ben faraza ve da Allah muhafaza size yakın bir yerde düşüp yaralanacağım. Adresime yakın değilsiniz diye çalıştığınız ocağa gelmeyeceğim. Bir yerim kanaya kanaya tee Tiamo´nun oradaki sağlık ocağına gideceğim. Öyle mi? Kız senin vicdanın yok mu? Empatiden de mi yoksunsun yani. ´Yaptık işte amca sus deme´ diyebilirsin. Bunu diyeceğine, 4 Ekim sabahı eli kanayan, sizden pansuman yapmanızı isteyen ben Fevzi Mamioğlu´na, medenice ve yardım etme duygusu gelişmişlerin yapması gerektiğini yapsaydın..
MESELA
—Aaa amca hoş geldin. Ne oldu sana. Dur sana bir sandalye vereyim. Bak orada bank var. Arkadaşlar bir bakar mısınız? Amcanın biri düşmüş. Avucu kanamış. Bi yardım edelim... demek varken. Büyük bir iş yapmışçasına ve buz gibi bir suratla lütfen tentürdiyot sürüp gönderdiniz. Hiç değilse bir tansiyonumu ölçseydiniz ya!!
Biz 10 numaralı sağlık ocağına gidiyoruz. Elim kanıyor. İçeri geçtim. Adı gibi kendisi de Melek olan hemşire hemen koştu. Pansuman odasına götürdü. Yarayı temizledi. İlacı sürdü. Gazlı bezle sardı. Tansiyonumu ölçtü.
—Kendine dikkat et Fevzi amca. Yarın evde varsa bir merhem sür. Yoksa gel bakalım, dedi.
Şimdi sizlere sorarım sayın okuyucular. Hangisi doğru?
SONUÇ
Ben karar verici değilim. Bu bir ŞİKÂYETNAME DE DEĞİLDİR, hakaret de. Öyle anlamayın. Ya nedir mi? Yaşamında daima insan sevgisini ön planda tutan ben 25 yıl hem kütüphanecilik yaptım hem de öğretmenlik. Kütüphaneye gelen herkese, giyimine şekline şemaline bakmadan “Hoş geldiniz” demeyi ilke edindim. Hele hele, maazallah, 'Sen falanca ilçeden geldin. Orada da kütüphane var. Bir dahaki sefere oraya git.” deme NARSİZLİĞİNDE BULUNMADIM. Severek ve eğlenerek hizmet ettim. Ayaklarımda varis oluştu. Bunu da mesleğimin bir SÜSÜ OLARAK ALGILARIM HALEN!. Maaşımı da bu ülke insanlarının ödediği vergilerden aldım. Tıpkı yukarıdaki olaylarda zikredilen memurlar gibi. O zaman aldığınız maaşın hakkını ve karşılığını vereceksiniz. Önümüzde el pençe divan durun demiyoruz. Hâşâ! Bizler sıradan insanlarız. Bize bir gülümseme yeter de artar bile. ONA DA MI MAAŞ İSTİYORSUNUZ YANİ!!!.
İnsan tabiatı ARSIZDIR. KENDİNE YAPILAN NAHOŞ MUAMELEYİ UNUTUR. AMA BENİM UNUTAMAYACAĞIM, İNSANLARIN UMURSAMAZLIĞIDIR, DUYARSIZLIĞIDIR. NOKTA.
Bir önemli not: Açıkça yazmam gerekiyorsa, belediyelerimizin elemanları ÇALIŞMIYOR. Siz bakmayın “Belediye çalışıyor halk kazanıyor” reklâmlarına! On gün önce sabah yürüyüşünde karşılaştığım İskenderun Zabıta Müdürlüğü´ndeki hanım görevliye, trafik lambasının altındaki taşları göstererek -ki bisikletten düşmeme neden oldular- ´Hanımefendi bunları kaldırmak sizin göreviniz mi yoksa Büyük Şehrin mi?´ diye sordum. ´Hayır, bu iş Büyük Şehrin vazifesi´ dedi. Bunun üzerine Büyük Şehir Zabıtsı İskenderun Müdürü Ramazan Bey´i aradım. Olayı anlattım. Ve o taşların halen yerli yerinde olduklarını, mümkünse kaldırılmasını istedim. ´Hemen oraya ekip göndereceğim hocam. Kaldırtacağım´. Bu konuşmanın üzerinden on gün geçti. Her gün kontrol ediyorum. Kuzu kuzu yerlerindeler!!! Birader, hiç mi sizde görev duygusu yok Allah aşkınıza yaaaa. Bu yazı 17 Ekim´de temize çekiliyor. Arayacağım. Ve alacağım cevabı anında yazacağım. Keşke sesli makale yazılabilse!