Fevzi MAMİOĞLU


İŞSİZ BİR ADAMIN ANILARI

Çocukluğumuzdaki Millet Parkına giderim ara sıra.


Çocukluğumuzdaki Millet Parkına giderim ara sıra. Yeni adı Türkmenistan parkı. Genelde emekliler oturur ön sıralarda. Hepiniz görürüsünüz. Dün de oradaydım. Kendi aralarında konuşuyorlar. 

— Dün aldım maaşı bu gün el elde baş başta kaldık. Vlek vallahi bedde cın. (Delireceğim valla.) Oğlan da asker. Para bekler.
— Byıfrıca Alla Recep diye seslendi Almancı.
— Eee ya habibe matahaet lyuroyat. Matıtharracin. Mırteh. Saheb ıl mğaş ğeş.( Yüroları alıp harcıyorsun. Rahatsın. Maaşı olan yaşar.) Bunları söyleyen Arif Mağruf´tu. Sesin geldiği yöne döndüm. Üzerine bol gelen ceketin içinde kaybolmuş. Yüzünde, boş geçen uzun yılların yıpratıcı belirtileri vardı. Sesinde serzeniş dolu isyanın tonlamasını duydum.
— Konuşabilir miyiz sizinle? Belli ki adam yerine konulmanın gururuyla dönüp küçümsercesine sordu.
— Siz kimsiniz?
— Emekli Fevzi Mamioğlu. Arada bir SES gazetesinde yazmaya çalışırım. Gazetenin adını duyunca sevindi.
— Doğru bir gazete Allah için. Sahibini bilirim. Babası arkadaşımdı. Allah yırhamo. (Rahmet okudu.) Sen kimlerdensin?
— Drayfelerdenim.
— Yusuf Drayfe neyin olur?
— Öz be öz amcamdır efendim.
— İyi bilirim. Sıkı bir içiciydi. Eeee anlat bakalım ne konuşacaksın?
— Arif amca emekli değilsin galiba.
— Değilim çok şükür!
— Şükür de ediyorsun.
— Ya ne yapayım?
— Neyle geçiniyorsun?
— Üç ayda devletten aldığım “Yaşlılık maaşıyla.”
— Geçiniyor musun?
— Eeeh işte. Allah ablamdan, eşten dosttan ve çocuklarımdan razı olsun. Kiramı da kardeşim ödüyor.
— Arif amca yaşın kaç?
— Evlendirecen mi?
— Bekâr mısın?
— Hanımı 3 yıl önce kaybettim.
— Allah rahmet etsin.
— Sağ ol.
— Arif Bey bu güne kadar neden emekli olmadın?. Deriiiin bir iç geçirdi.
— Anlatsam dinler misin?
— Bunun için buradayım ya! Anlat.
— Ben 45´liyim. Yani 73 aşındayım. Ortaya başladığım yıl babam öldü. Derslerim de kötüydü. Okulu bıraktım. Askere kadar “Hon bi hıttak. Hon bi şilek” (Bir yerden bir yere girip çıktım.) Bir baltaya sap olamadım yani. Askerlik dönüşü İstanbul´a gitmek istedim. Artist yarışmasına.
— Bak hele!
— Ne sandın ya! Şimdiki halime bakıp da beni “Karamürsel sepeti sanma.” Zeki Müren´in İskenderun şubesiydim vallahi! Gözde bekârlardandım. Biletimi kestim otobüse bineceğim. Abilerimden biri
— Eğer artist olmaya gidersen bu eve dönüşün olmaz dedi.
— Ne yaptın?
— Gördüğün gibi. Hiçbir şey!
— Üzüldüm vallahi.
— Duuur. Daha üzüleceğin yerlere gelmedik. Hayatım eski Antakya yolu gibidir âlim Allah. Yokuşu bol bir hayatım var. 70´lerin başında Almanya´ya gittim abilerimin yanına. Misafireten.
— Kalsaydın orada.
— Şu çaydan bir yudum al da dinle. Kalacaktım. Annem rahmetli, Almanya´ya gitmeden beni bir arkadaşının yeğeniyle nişanlamış.
— !!!! Ne yani haberin yok muydu?
— Vardı da, laf aramızda ben istemedim. Niyetim yurt dışı bir işte çalışmaktı. Almanya bir şanstı. Olmadı. Annem oldurmadı.
— Sebep?
— Sebebi nişanlı olmam.
— Evlenir oraya götürebilirdin.
— Ya oğlum bir sus bir dinle ya? Anlatacağım.
Almanya´da Niğdeli bir arkadaşla Avustralya´ya göç etmek için müracaat ettiydik. Konsolosluğa gittik. Bizi çok iyi karşıladılar. Türk tercüman aracılığıyla bir takım formlar doldurduk. İmzaladık.
— Ohhh gidiyorsun galiba.
— Gitmedim. Çünküüü rahmetli anam abilerime
— Eğer Arif´i burada tutarsanız sütümü helal etmem. Dedi ve ertesi güne uçak biletim alındı. Niğdeli arkadaşla vedalaşırken Arif
— İstersen gitme kal. Bizde yatarsın. İkimiz de misafiriz. İş bulduğumuzda çalışır, birbirimize yardım ederiz. Avustralya´dan hayırlı bir haber gelir inşallah. Bekle. Gitme... dedi. Döndük Türkiye´ye.
— Büyüklerimizin bir sözü var Arif amca. “Hayallerinin peşinden koş” diye.
— Hayal devam ediyordu o zamanlar. Avustralya´dan beklenen müjde gelmiş. Ve ben İskenderun´daydım tabiii! Mektubun cevabını alamayınca konsolosluk, İskenderun´daki eve bir haber gönderiyor. Falanca gün ve saatte sağlık kontrolü ve mülakat için Berlin konsolosluğunda beklendiğime dair...
— Gidemediniz tabi.
— Hay ağzına sağlık. Neyle gidecektim? Vizem bitmiş. Bir de sütünü helal etmeyen annelerine karşı gelemeyecek abilerim var.
— Yaaa vah vah!
— Vah ki vah. U eyvah! Şairin dediği gibi “... Gitti gençlik çatladı nar/ Örtük bütün kapılar.”
— Sonra Arif amca?
— Evlendik annemin nişanladığı kızla. Çeyiz yok. Bir yatak bir yorgan. Ev mi? Almanya´daki abimin evi. Eşya desen onların. Allah´ı var. Rahmetli eşim çok kanaatkârdı. Sesini çıkarmadı işsizliğime. Kaderimdir diye rıza gösterdi. Yıllarca aza az çoğa çok demedi. Kırdı sardı, üç çocuğumuzu da büyüttü. Ben bir ara Irak´a gittim. Beş yıl çalıştım sorumlu formen olarak. Dört yılın bir ayını sigortalı göstermişler! Körfez savaşı başladığında iş de bitti. Döndüm. Gemilerde acente puantörlüğü yaptım uzun yıllar. Tabi sigortasız. Çocuklar büyüdü. Askere gittiler. Her biri kendi yolunu çizdi. Evlendiler. Toplam altı torunum var. Allah bağışlasın. Eşim de 2014´te vefat etti. Şimdi evde dört duvar arsında yapayalnızım.
— Evlenmeyi düşünüyor musunuz?
— Neyle? Ev yok. Maaş yok. Kardeşler yardım etti diyelim. Bir yere kadar. Saniyen gelecek kadın rıza gösterecek mi?
— Günlerin nasıl geçiyor amca?
— Valla oğlum bizim bir gurup var. Nerede taziye çadırı varsa, oraya gider baş sağlığı dileriz. Şıhın okuduğu Kur´an´ı dinler Fatiha´mızı okuruz. Ziyaretlerimize gideriz. Kardeşlerime giderim. Onlar gelir.
—Y emek derdin yok galiba.
— Yemeksiz olur mu? Ablam yapar verir. Akşamları hiç yemem. Erkenden yatarım. Sabahları erken kalkarım. Namazımı kılar, bu günlere şükrederim.
— Yalnızlık sıkıcı olmuyor mu?
— Olmaz mı? Ama erkek halimle kimsenin yanında kalamam. Prostatın tutar. Banyodan bir saatte çıkamazsın. Tam işin bitti yatağa gireceksin. Haydaaa tekrar banyoya. Evin ahalisi yatmıştır. Uyandırırım! Olmaz! Yeşil kartım var. Devlet baba bakıyor sağ olsun. Belediye de temizliğe kadın gönderiyor. Lhemdılleh ıl şıkır be evlat. Daha ne isteyim...