Feodal dönemin yönetim biçimi olan krallıklar ve beylerin tek adama dayalı yönetim biçimini 18. Yüzyıl Avrupa´sında yıkan burjuvazi, insan haklarını esas alan ve herkesin serbest oy hakkını tanıyan bir seçim sistemi getirdi. Artık tanrının yer yüzündeki tek temsilcisi olan krallıklar yerine halkın seçtiği temsilciler halkı yönetecekti.
Evet seçilme hakkı herkese verilmişti, bir işçi ya da yoksul köylünün temsilci seçilme hakkı kâğıt üzerinde vardı. Gerçekte ise parası olmayanın seçilme hakkı olsa da seçilme şansı yoktu. Burjuvazi bunu niye istemişti? Kapitalizmin gelişme aşamasındaki burjuvazi kendi ülkesinde kralın, ya da feodal beyin gösterdiği yere fabrikasını yapmak ya da onun belirlediği fiyattan malını satmak istemiyordu. Feodal sistemle burjuvazi arasındaki en büyük çatışma ise işçi konusunda oluyordu. Feodal çiftliklerde köle gibi çalışan serfler görece daha özgür olan fabrikalara çalışmak için akın etmeye başladılar. Bu da feodal çiftlik sahiplerinin işine gelmiyordu. O zamana kadar anlaşmazlıklara feodal sistemin tek karar vericisi olan kral, ya da onun tayin ettiği yetkililer karar veriyordu. Ama burjuva devriminden sonra artık meclis kararları esas alınmaya başladı. Görünürde böyleydi. Ama esasta kralın, feodal beyin ya da padişahlığın yerine paranın hakimiyeti geçmişti. Artık tek egemen paraydı. Parası olan, ülkede istediği yere yatırım yapıp istediği fiyata, ülkenin her yerinde satabilecek, kendi temsilcilerini seçtirebilecekti. Burjuvazi bunları dil, kültür ve tarih birliği olan kendi ülkesinde ancak yapabiliyordu. Zaten kapitalizmin ortaya çıkışıyla ulusal uyanışlar, burjuva devriminden sonra da ulus devletler yaygın şekilde ortaya çıkmaya başladı. Ama teknolojinin gelişip üretim fazlalıkları olunca artık burjuvaziye kendi ülke pazarı dar gelmeye başladı. Fazla üretimi dünyanın diğer ülkelerine pazarlamak isteyen burjuvazinin yeni pazarlara ihtiyacı oluyordu.
Daha önce ortalama kårla yetinen burjuvazi artık azami kår peşinde koşmaya başladı. Sermaye birikimi sonucu ortaya çıkan tekeller artık sınırlı ulusal pazara değil belirsiz pazarlara aşırı üretim yapıp ulaştırmaya çalışıyorlardı. Bu aşırı kazanç sonucunda burjuvazinin elinde çok büyük miktarlarda sermaye birikmesi oluyordu. Biriken bu sermaye bankalarda olduğu yerde durmuyordu. Bunu tekeller ya da onları temsilen kapitalist devletler sanayi olarak gelişmemiş devletlere kredi olarak veriyor onları siyasi olarak da bağımlı hale getiriyorlardı. Dünya pazarı, yani tekellerin ele geçireceği alanlar dünya coğrafyası ile sınırlıydı. Üretim ise plansız. Böylece tekeller ve tekellerin hakimiyetindeki devletler gerek ellerinde biriken finans kapitali ve ürettiği malları pazarlama, gerekse de yeni hammadde kaynaklarına ulaşmak için birbirleriyle veya ulus devletlerle kapışmak zorunda kalıyorlar.
Artık gelinen noktada işçi ve emekçilerin hak alma ve sömürüden kurtulmak için mücadelelerini tekellere karşı da yöneltmek zorundadırlar. Sendikalarını bürokrasiden kurtarıp tüm işçi ve emekçilerle birleşmek, ortak kararlar almak zorundadırlar. Bir yerde sendikalaşmadan dolayı işçi işten atılıyorsa bu bütün işçilerin sorunudur, bir yerde iş kazalarından dolayı işçi ölüyor ya da sakat kalıyorsa bu da bütün işçilerin sorunudur. Bu sorunlara karşı tüm işçiler duyarlı hale gelip refleks göstermedikçe sorunlarını çözemezler. Nasıl bir kovana müdahale edildiğinde bütün arılar birlikte refleks gösterirlerse işçiler de haklarını korumada öyle olmak zorundadırlar. Üretim dışı eylemler burjuvaziyi etkileyecek alanlar değildir.